CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI VE PARTİ SÖZCÜSÜ BÜLENT TEZCAN’IN BASIN AÇIKLAMASI (17 OCAK 2018)

CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI VE PARTİ SÖZCÜSÜ BÜLENT TEZCAN’IN BASIN AÇIKLAMASI (17 OCAK 2018)

CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI VE PARTİ SÖZCÜSÜ BÜLENT TEZCAN’IN BASIN AÇIKLAMASI (17 OCAK 2018)CHP Genel Başk..

CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI VE PARTİ SÖZCÜSÜ BÜLENT TEZCAN’IN BASIN AÇIKLAMASI (17 OCAK 2018)

CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Bülent Tezcan, Merkez Yönetim Kurulu (MYK) Toplantısı sonrasında Genel Merkezde düzenlediği basın toplantısında şöyle konuştu:

Değerli basın mensupları, bugünkü Merkez Yönetim Kurulu toplantımızı da yaptık, tamamladık.

Öncelikle bu hafta sonu Sayın Genel Başkanımız önceki Genel Başkanımız Sayın Deniz Baykal’ı ziyaret edecek. Onu sizlerle paylaşmak istiyorum. Almanya’da Münih kentinde tedavi gördüğü rehabilitasyon merkezinde kendisini ziyaret edecek. İyi haberler alıyoruz, bu bizi sevindiriyor. Bir an önce sağlığına hızla kavuşup aramıza dönmesini, ülkeye dönmesini hem biz bekliyoruz, hem Türkiye siyaseti bekliyor. Siyasetin bu kadar sıkıştığı bir süreçte, ülkeyle ilgili devlet sorunlarının bu kadar sıkıştığı bir süreçte Sayın Baykal’ın devlet birikimi, tecrübesi ve siyaset birikiminin Türkiye açısından çok önemli olduğunu biliyoruz. Kendisinin bir an önce sağlığına kavuşup aramıza katılmasını ve çalışmaya devam etmesini bekliyoruz. Sayın Genel Başkanımız da Pazar günü Münih’te kendilerini ziyaret edecekler.

TÜRKİYE DARBE DÜZENİ ALTINDA YAŞIYOR

Değerli arkadaşlar, geçtiğimiz hafta skandal sayılabilecek bir yargı uygulamasıyla karşı karşıya kaldık. Aslında Türkiye son zamanlarda buna benzer yargı skandallarıyla karşı karşıya kalmaya başladı. Anayasa Mahkemesi bir önemli dönüş yaptı kararlarında. Evrensel hukuka uygun karar verdi, tutuklu bazı gazetecilerle ilgili hak ihlali kararı verdi, tutuklanmaları hukuka uygun değildir dedi ve tahliye edilmeleri gerektiğine işaret etti. Şahin Alpay ve Mehmet Altan’la ilgili verdiği kararlardı. Tabi bir hukuk devletinde beklenen, olması gereken şey şuydu, Anayasa Mahkemesinin bu kararından sonra derhal mahkemenin tahliye kararı vermesi. Başka bir deyişle, mahkemenin Anayasa Mahkemesinin kararına uymasını beklerdik, beklenen buydu. Üst mahkemenin kararına uymak zorundaydı ama mahkeme tutuklama kararını veren yargılamayı yapan mahkeme Anayasa Mahkemesinin kararına uymak yerine AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın talimatına uymayı yeğledi. Hukuka uymak yerine siyasetin emrine, iktidarın emrine uymayı yeğledi ve hatırlarsınız daha önce Can Dündar’la ilgili Anayasa Mahkemesi karar verdiğinde Erdoğan çıkıp demişti ki, “Anayasa Mahkemesi kararına uymuyorum, saygı da duymuyorum. Mahkeme de buna uymasın dirensin bu karara” demişti. Ne yazık ki o talimatı bugün mahkeme hatırladı ve dehşet verici bir şekilde Anayasa Mahkemesi kararını tanımadı. Bu suçtur, mahkemenin yaptığı suçtur. Bir kere yüksek mahkemenin kararına uymamakla suç işlemiştir. Ayrıca hürriyeti tahdit suçu işlemiştir. Açıkça hukuka aykırı bir şekilde, tahliye etmesi gereken kişileri tahliye etmediği için hem görevini suiistimal etmiştir, hem hürriyeti tahdit suçu işlemiştir. Ve aradan geçen zaman içerisinde bakıyoruz Hakimler Savcılar Kurulu hala bu konuda bir adım atmış değil. Mahkemenin gerekçesi çok ilginç, mahkeme diyor ki, “Anayasa Mahkemesi kararları bağlayıcıdır, ama Anayasa Mahkemesinin hukuka uygun verdiği kararlar bağlayıcıdır. Hukuka aykırı verdiği kararlar beni bağlamaz” diyor yetkisini aştığı. Yani ben Anayasa Mahkemesinin kararlarının hukuka uygunluk denetimini yapacak merciiyim diyor. Sen kimsin, mahkeme olarak sen kimsin? Anayasa Mahkemesinin kararlarının hukuka uygunluğunu denetleme yetkisi sende yok. Böyle bir hukuk düzeni olur mu? Yarın aynı rahatlıkla bu mahkemeler Yargıtay’ın da hukuka uygun kararlarına ben uyarım, direnme kararını bozsa bile hukuk genel kurulu Yargıtay’ın hangi organı olursa olsun hukuka uygun görmediğim kararlarını uygulamam deme yetkisi var mı? İdare Mahkemelerinin, Danıştay’ın hukuka aykırı kararlarına uymam deme yetkisi var mı? Böyle bir hukuk düzeni olur mu? Olmaz. Hukuk düzeninin olmadığı yerin adı darbe düzenidir. Türkiye hukuk düzeni altında değil, darbe düzeni altında yaşıyor. Bu kararın çok açık göstergesi 20 Temmuz darbesinin Türkiye’sidir. Bu tablo 20 Temmuz OHAL darbesinin, 20 Temmuz OHAL düzeninin yarattığı bir tablodur. Biz iktidarın hukuka uygun sınırlara çekilmesini beklerken, iktidar hukukun sınırları içerisine çekilsin diye bir umut içerisinde mücadele ederken görüyoruz ki; yargı, hukuk sarayın sınırları içerisine hapsolmaya başlıyor. Mahkeme kendini sarayın sınırları içerisine hapsetmiştir. Türkiye’de yargı, bu kararla artık kendisini sarayın sınırlarına hapsetmiştir. Hakimler ve Savcılar Kurulu bu konuda alması gereken önlemi almamakta ısrar etmekle Türkiye’de yargıyı ve hukuku sarayın sınırları içerisine hapsetmişlerdir. Hukukun iktidarın sınırlarına hapsedildiği düzen sarayın sınırlarına hapsedildiği düzen darbe düzenidir. Türkiye darbe düzeni altında yaşıyor. Bu tabloda Enis Berberoğlu’yla ilgili hala mahkeme tutukluluğun devamı kararı vermiş, İstanbul Milletvekili Enis Berberoğlu’nu tahliye etmemiştir. Türkiye’de hızla hukuk düzenini tesis etme zorunluluğumuz var. Bunu yapmadığımız sürece hiç kimse kendisini güven altında hissedemeyecektir.

BU İKTİDAR OHAL BAĞIMLISI OLMUŞTUR

Türkiye’de hukuk düzenini tesis edebilmenin, darbe düzeninden çıkmanın birinci koşulu da olağanüstü halin derhal kaldırılmasıdır. Türkiye OHAL şartları altında sıkışmıştır. Türkiye OHAL şartları altında hiçbir problemini çözemez hale düşmüştür. Türkiye OHAL şartları altında bir darbe düzeni içerisinde yönetilmektedir ve dünyada, modern, demokratik dünyada yalnızlaşmıştır. Uluslararası ilişkilerinde yalnızlaşmıştır. Türkiye dünyada özgür ülkeler sınıfında değildir, yarı özgür ülkeler sınıfında olması bile Türkiye’ye layık görülmemiş ve en son özgür olmayan ülkeler düzeyine düşürülmüştür Freedom House’un son raporunda. Böyle bir tabloya Türkiye’yi getirdiler, mahkum ettiler. Şimdi TBMM’ye indirecekler, kısa bir süre için getiriyoruz dedikleri OHAL’i 6. kez uzatmanın hazırlığını yapıyorlar. Bugün o tavsiye kararını muhtemelen yeniden alacaklar, ilan ettiler zaten ve parlamentoya bunu indirecekler. 18 aydır Türkiye OHAL şartlarında yaşıyor. Bu iktidar uyuşturucu bağımlısı gibi OHAL bağımlısı olmuştur. Tekraren söyleyeceğiz bonzai bağımlısı gibi OHAL bağımlısı olmuştur bunlar. OHAL’siz yönetemez hale gelmişlerdir, OHAL’siz iktidar sürdüremez hale gelmişlerdir. Türkiye’nin bunların uyuşturucu müptelası gibi OHAL müptelası olmaları bu milleti bir cendere altında tutmaktadır. Derhal buna son vermek zorundayız. O yüzden parlamento kendi işlevini haklı ve doğru bir noktada tutmak istiyorsa bu oylamada OHAL’i uzatmamalı ve yetkilerine sahip çıkmalıdır. Yetkilerine sahip çıkmaz ise bu parlamento, OHAL uzasın diye oy verenler tarih karşısında bu ayıbın altına imza atmış olacaklardır. Milletvekillerine buradan çağrıda bulunuyoruz.

DAKİKADA BİR ASGARİ ÜCRET YİYEN BİR SARAY VAR

Değerli arkadaşlar, bu sıkışmışlığın içerisinde vatandaşımız TBMM önünde kendisini yakma teşebbüsünde bulundu. Bu sıkışmışlığın içerisinde vatandaş TBMM önünde kendisini yaktı. Aslında o vatandaşı yakan OHAL düzenidir. O vatandaşı yakan bu iktidarın uygulamalarıdır. Vatandaşın hayatını yakmıştır, yüreğini yakmıştır, en son çaresizlik içerisinde vatandaşı bu noktaya getirmiştir. Aynı şekilde bu sıkıntılardan mustarip bir başka vatandaşımız da çaresizlikten İzmir’de İş Kurumunun önünde soyunarak protesto etme yolunu seçmiştir. AK Parti iktidarının 2018 yılında Türkiye’ye layık gördüğü tablo bu tablodur. OHAL düzeninin vatandaşa layık gördüğü tablo bu tablodur. Asgari ücret bin 603 lira, “2 bin lira olsun” dediğimiz zaman “Elinize, dizinize dursun” diyen bir AK Parti Genel Başkanı Cumhurbaşkanlığı makamını işgal ediyor. İşgal ettiği Cumhurbaşkanlığı makamının bir dakikalık masrafı bin 608 lira. Bir asgari ücretten fazla. Taksimetre çalışıyor, dakikası bir asgari ücret. Kafalarını yastığa koydukları zaman sabaha kadar, saray çalışmasa bile sabaha kadar her dakikada bir asgari ücret yiyen bir saray var. Canavar gibi, asgari ücret canavarı, vatandaş canavarı. Ondan sonra vatandaşın çaresizliği bu. Gelip ya meclisin önünde kendisini yakan vatandaşların tablosu, ya da İş Kurumunun önünde gidip soyunan vatandaşların tablosuna Türkiye mahkum edilmiştir. Bu milletin ayıbı değildir, bu iktidarın ayıbıdır. Vatandaşı bu hale düşüren iktidarın ayıbıdır, bu ayıp OHAL’i uzatmaya oy verecek olan milletvekillerinin ayıbı olacaktır. Eğer buna oy verirlerse bu düzenin devamına o milletvekillerinin de ayıbı olacaktır.

SAYIN ERDOĞAN, YAKINLARINIZ HANGİ ŞİRKETİ SATMIŞTIR?

Değerli arkadaşlar, bazı basın yayın organları haber bile yapamadılar. Kendisini yakmak zorunda kalan vatandaşı haber bile yapamadılar. OHAL düzeninin getirdiği tablo böyle bir tablodur. Tabi bu gürültü patırtı içerisinde Sayın Erdoğan sanıyor ki, cevap beklediğimiz bazı soruları unutturacağını sanıyor. Hatırlarsınız Man Adası belgelerini açıklamıştık. Bununla ilgili bir para transferi vardı. 1 poundluk şirket 15 milyon dolarlık ticaret yapıyordu. Yani 5 lira sermayesi olan şirket 60 milyon liralık bir ticaretin merkezindeydi. Sayın Erdoğan çıktı bu şirket Sayın Erdoğan’ın yakınlarına dönük ticaretti bu. Sayın Erdoğan çıktı kendisi söyledi “Benim yakınlarım, akrabalarım şirketlerini sattılar” dedi. “O 15 milyon dolar yani 60 milyon lira, 60 trilyon bugünkü eski parayla benim akrabalarımın sattığı şirketin bedeliydi” dedi. Soru sorduk, aradan 2 aya yakın zaman geçti. Sayın Erdoğan, belgelere sahte dediniz savcılığa verdik. Dün de savcılığa bir dilekçe daha verdik, o dilekçede de ayrıntılı olarak şikayetlerimizi bildirdik ve dedik ki, bunlar araştırılsın tek tek. Bu ticaret neyin ticareti, bu şirketler nasıl kurulmuş? Kalem kalem nelerin araştırılması gerektiğini, dün uzun bir dilekçeyle Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına verdik. Belgeleri teslim ettiğimiz o sahte dedikleri belgeleri, gerçek belgeleri teslim ettiğimiz savcılığa taleplerimizi de ileten dilekçeyi verdik.

Şimdi kamuoyu önünde Erdoğan’a bir kere daha soruyorum unutturmaya çalıştığı soruyu soruyorum. Kendisinin kamuoyu önünde söylediği, arkasını getirmediği soruyu soruyorum. Sayın Erdoğan, yakınlarınız hangi şirketi satmıştır? 15 milyon dolarlık şirketin adı nedir, ne zaman kurulmuştur, bilançosu ne kadardır, 15 milyon dolar edecek malvarlığı nedir, ne kadar vergi ödemiştir, ne kadar zamanlık bir ticari faaliyeti vardır? Bunların tamamı cevaba muhtaç. Çünkü sen Cumhurbaşkanlığı makamını işgal eden birisisin ve sen AK Parti Genel Başkanısın, yetkili bir noktadasın. Olağanüstü hal, kanun hükmünde kararnameler senin iki dudağının arasından çıkan sözler. Memleketi padişah fermanıyla yönetir hale geldiniz 21.yüzyılda. Şimdi o zaman bunu açıklamak zorundasın. Millete borcundur bunu açıklamak. Hangi şirketi sattınız Sayın Erdoğan? Akrabalarınız hangi şirketi sattı, bu şirketin 15 milyon dolar edecek neyi vardı, ne zaman bu malvarlığına kavuştu, nasıl kavuştu? Bu soruların cevabını bekliyoruz.

ARŞİVLERDE BOĞULURSUNUZ

Erdoğan bu soruların cevabını vermek yerine bizim İl Başkanımızla uğraşmanın peşinde. Çünkü başka türlü çıkış yolu bulamıyor kendisine. Eğer geçmişte bir şeyleri dönüp araştırmaya kalkacaksanız Sayın Erdoğan, bizim hiçbir partilimize söyleyecek bir sözün yoktur. Çünkü senin yanağında hala Hikmetyar’ın dizinin sıcaklığı vardır. Hikmetyar’ın dizinin sıcaklığı şakağında duruyor daha, şakağının sıcaklığı soğumadı. Geçmişteki fotoğrafları eğer arşivlerden indirecek olursak arşivlerde boğulursunuz. Türkiye Cumhuriyetinde Başbakanlık yapmış, şimdi de Cumhurbaşkanlığı makamını işgal eden birisine yakışan fotoğraflar mıydı o fotoğraflar! Devleti bir çeteye teslim ederken, devletin harimi ismetine, silahlı kuvvetlerin harimi ismetine kozmik odaya bu çeteyi sokup tarihimizin en büyük casusluğuna yardım ve yataklık ederken hükümetin başında siz vardınız siz! Siz soktunuz o çeteyi Türk Silahlı Kuvvetlerinin kozmik odasına. Arşivlerde boğulursunuz. Onun için önümüzdeki günlerde bu soruların cevabını kendisinden bekliyoruz. Arkasını bırakmayacağız.

DİPLOMASİYİ HAMASETE KURBAN ETMEYECEĞİZ

Değerli arkadaşlar, tabi sıkıntılı bir süreçten geçiyoruz bölgede. Sınırlarımızın ötesinde, daha önce de söylediğimiz gibi sınır bölgelerimizde Suriye’nin kuzeyinde, Irak’ta ülkemizin güvenliğini tehdit edecek adımlara ve her türlü girişime karşı birlikte cesaretle karşı koymak zorundayız. Bunda hiçbir tereddüt yok. Bu mesele bir iktidar, muhalefet meselesi değildir. Başından beri bunu söyledik ve bu noktada Türkiye’nin sınırlarının dibinde, Türkiye’nin güvenliğini tehdit edecek şekilde terör yapılanmalarına destek veren bir müttefiklik anlayışı kabul edilemez. “Türkiye’nin müttefikiyim” diyerek, kalkıp yanı başımızda bu terör oluşumlarına verilecek desteğe yüksek sesle hep beraber karşı çıkacağız. Bununla ilgili hiçbir tereddüt yoktur, ama bunları yaparken bir başka şeye daha dikkat edeceğiz. Diplomasiyi hamasete kurban etmeyeceğiz, diplomasiyi bırakmayacağız, hamasete kurban etmeyeceğiz. Bölgede başından beri tutumumuz açıktır, “Suriye’nin toprak bütünlüğü önemlidir. Bunu dinamitlerseniz Türkiye’nin güvenliğini tehdit altına sokarsınız” demiştik. Ama Emevi Camiinde namaz kılma sevdası içerisinde olanların Süleyman Şah Türbesinde abdestleri bozuldu. Türkiye şimdi böyle bir tabloyla karşı karşıya kaldı.

Şunun sorgulanması zaruridir: Bu oluşumlara karşı dururken Türkiye’yi bu problemli eşiğe taşıyan politikalar neydi, bunları da soracağız. Bunları unutturarak, bunları geçiştirerek süreç yönetmek mümkün değildir. Çünkü bu yanlışlar bizi bu noktaya getirmiştir. Yani şimdi çıkıp kalkıp esip kükreyeceksin Salih Müslim’i devlet protokolüyle ağırlayan hükümet kimin hükümetiydi? Bu terör yapılanmasını devlet protokolüyle Türkiye’de ağırlarken bu ordunun oluşumunun, bu çetenin oluşumunun, bu yapının oluşumunun, bu Türkiye’yi tehdit eden grupların oluşumunun altyapısına destek vermedin mi, o fidana su döken sen değil misin? Bunun hesabını millete vereceksin. Türkiye kendi kendine bu tablonun içerisine sürüklenmedi burada.

Değerli arkadaşlar, birileri dışarıda kendi hesabını yapabilir, ama sen içerde ona karşı kendi milli hesabını yapmak durumundasın. Aklına gelince “yerli ve milli” lafını hovardaca kullanamazsın. Kendi iç siyasetinin malzemesi olarak kullanamazsın. Yerli ve milli olmaktan bahsediyorsan, Oslo’da Türkiye Cumhuriyeti devletini bir terör örgütüyle yabancı devletlerin hakimliğinde masaya oturtmaktan önce utanacaksın ve o utancı milletle paylaşacaksın. Bunu paylaşmadan sen çıkacaksın, ondan sonra kendi dışındaki herkesi “gayri milli” ilan edip kendini “yerli ve milli” ilan edeceksin. Kalkıp çadır mahkemelerine davulcu zurnacı yollamayacaksın, hakim, savcı yollamayacaksın çadır mahkemelerine. Bölgedeki yapılanma can suyunu buralardan aldı, senin bu uygulamalarından aldı. O dönem bu yapılanmalara bu can suyunu verirken bugünleri göremeyen bir iktidar, bugün de yarınları göremeyerek hamaset edebiyatıyla bir başka iç siyaset malzemesi yakalamanın peşinde. Türkiye’nin en büyük problemi dış politikadaki milli meselelerin iç politika malzemesi olarak hoyratça bu iktidar tarafından kullanılmasıdır. Derhal bundan vazgeçin ve bu milli meselede ciddi bir biçimde ortak bir duruşu birlikte gösterelim.

36. OLAĞAN KURULTAYIMIZIN TEMASI “ADALET VE CESARET” OLACAK

Değerli arkadaşlar, hafta sonu itibariyle il kongrelerimizi tamamladık. İlçe kongrelerimiz, il kongrelerimiz bitti. Türkiye’nin her yerinde Cumhuriyet Halk Partisinin kurultayına giderken alt kademe, örgüt kademelerindeki kongrelerimizi tamamladık. Partimiz yenilendi, yeni bir dinamizmle, yeni bir anlayışla 3 – 4 Şubat tarihlerinde kurultayımızı yapacağız. Kurultayla ilgili çalışmalarımız hızla devam ediyor ve önümüzdeki günlerde Örgütten Sorumlu Genel Başkan Yardımcımız Tekin Bingöl bunu sizlerle, hem kurultay sloganlarımızı, hem kurultay görsellerimizi, hem kurultay düzenimizi sizlerle paylaşacak.

Bugün Merkez Yönetim Kurulumuzda kurultayın temasını kararlaştırdık, onu görüştük. Türkiye’nin önümüzdeki dönem gündemini tespit eden, gündemine uygun düşen, hedeflerimizi koyan ana kurultay temamızı bugün kararlaştırdık.

Değerli arkadaşlar, 2017 yılı Türkiye için önemli bir süreçti. Hatırlarsanız 2017 yılında Türkiye bir önemli referandum geçirdi. O referandumda bir tarafta tek adam rejimi diyenler, bir tarafta demokrasi diyenler büyük bir demokrasi buluşması, büyük bir hayır buluşması bir araya geldi. Sonra Adalet Yürüyüşünde çok daha geniş bir adalet buluşmasını bir araya getirdik. Parti ayrımı yapmadık, milliyetçi, muhafazakar, sağcı, solcu, CHP’li, MHP’li, AK Partili, HDP’li, Vatan Partili hiçbir ayrım yapmadan herkese açık, kendisini nasıl tarif ediyorsa etsin adalet isteyen herkesi toplayacak bir büyük şemsiye açtık ve şemsiyenin altında Adalet Yürüyüşünü gerçekleştirdik. Sonra Adalet Kurultayını gerçekleştirdik ve o Adalet Kurultayında demokrasi, adalet ve huzur hareketi başladı. Sayın Genel Başkanımız sonuç bildirgesinde bunu ortaya koydu. Türkiye’de yapılan bütün araştırmalar toplumun adalet istediğini, adalet isteğinin en üst noktaya, doruk noktaya ulaştığını gösteriyor. Adalet ihtiyacının yükseldiğini gösteriyor, huzur arayışının yükseldiğini gösteriyor ve bir şeyi daha gösteriyor. Korku topluma egemen olmuş. Herkes bir çıkış arıyor, korkuyu yenmeye ihtiyacı var toplumun. Mahkemeler korkuyor, yargı korkuyor, hakimler korkuyor, üniversiteler korkuyor, sivil toplum örgütleri korkuyor, sendikalar, dernekler korkuyor. Bizim dışımızda birçok siyasi yapılanma korkuyor. Toplum korkuya teslim edilmiş ve korkuyla iktidarı yürütmek isteyen bir anlayış var. Yıllar önce bir miktar sevgiyle geldikleri iktidarı korkuyla yürütmek isteyen bir anlayış var. OHAL KHK’larıyla korkuyu besleyen bir iktidar var ve bunun için toplumun cesarete ihtiyacı var, cesaretle bir çıkışa ihtiyacı var. Önümüzdeki dönem hem adalet isteğinin, hem cesaretli bir çıkışın yılı olacak bu kurultaydan sonra. Bu nedenle toplumda korkuyu yenecek ve adaletsizliği giderecek bir temayla gidiyoruz 36. Olağan Kurultayımıza. Kurultayımızın teması “Adalet ve Cesaret” olacak. 36. Olağan Kurultayımız “Adalet ve Cesaret Kurultayı” olacak. Adalet ve cesaretle yürüyerek Türkiye’de bütün bu problemleri ortadan kaldıracak bir yeni doğuş, bir yeni inşa sürecini hep beraber başlatacağız.

Hepinize teşekkür ediyorum, sorularınız varsa cevaplayabilirim.

Soru- İttifak tartışmaları da var şüphesiz gündemde. Bu noktada MHP’den gelen açıklamaların ardından aslında tansiyon yükseldi. Özellikle CHP ve MHP arasında çok sert eleştiriler devam ediyor. Yine bugün Semih Yalçın ve Erkan Akçay’dan partinize yönelik eleştiriler geldi MHP’ye yönelik eleştirilere yanıt vererek. “FETÖ’yle, PKK’yla birlikte yürüdüğü CHP’nin” gibi ifadelerle eleştiriler yapılıyor ve ittifak sürecine ilişkin de CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun yaptığı bir açıklama hatırlatıldı. “Önümüzdeki süreç ittifak süreci demişti Kılıçdaroğlu. İşte o süreç başladı, CHP sözcülerinden neden tepki geliyor bu sürece” diye MHP’den açıklamalar geldi. Nasıl değerlendiriyorsunuz gelen açıklamaları?

Bülent TEZCAN- Arkadaşlar, hem Sayın Semih Yalçın, hem MHP yetkilisi diğer arkadaşların açıklamalarını ibretle ve dikkatle izliyoruz. Tabi söyleyecek çok şey var ama herhalde buna en uygun düşecek atasözlerimizden birisi “Körle yatan şaşı kalkar” atasözüdür. MHP, AK Partiye yanaştığı ölçüde onun dilini de devşirmeye ve devralmaya başlamış. Kutuplaşma siyasetini meziyet sayan ve herkese hakaret etmeyi maharet sanan Erdoğan’ın dili görüyoruz ki MHP sözcülerine ve yetkililerine de sirayet etmiş, “Körle yatan şaşı kalkar” atasözünün bir başka tezahürüyle karşı karşıyayız. Onlara söyleyeceğimiz tek şey budur. Şaşı kalkmamaya özen göstersinler. Siyasette nezaket önemlidir. Benim söyleyecek çok şeyim var ama söyleyeceklerimi muhataplarına söylediğim için, şaşılara daha fazla söz söylemeyi uygun bulmuyorum. Şaşı olmamaya dikkat etsinler.

Soru- Canan Kaftancıoğlu bugün basın toplantısı düzenledi ve geçmişte gezi eylemleri sırasında attığı bir Tweetten dolayı Sayın Cumhurbaşkanından özür diledi. Bu konuda neler söyleyebilirsiniz?

Bülent TEZCAN- Yani Sayın İl Başkanımız siyasette çok unutulan nezaketinde ne olduğunu o basın toplantısında göstermiş oldu. Tavsiyem nezaketi unutanların da bundan ders çıkarmasıdır.

Soru- Siz de biraz önce konuşmanızda bahsettiniz ama geçtiğimiz günlerde bir işçi kendini meclisin önünde yaktı. Cumhurbaşkanı Erdoğan da Kemal Bey’in bu işçiyle ilgili söylediklerine ilişkin, “Gidip sarayın önünde kendini yaksaydın ardından da sarayı yaksaydın diyebilecek kadar vicdan ve ahlak yoksunudur” dedi. Ve Kemal Bey’e bu sözlerinden dolayı da suça teşvik etmekten dava açacaklarını açıkladı. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bülent TEZCAN- Arkadaşlar ne deyim külliyen yalan, kuyruklu yalan. Yani Sayın Genel Başkanımız hiçbir biçimde sarayı yak sözünü, ifadesini kullanmamıştır. Sarayı yak sözü yani nereden uyduruyorlar millete bu kadar yalanı, yıllarca yalanla milleti kandırdılar. Göz göre göre, hem de sıcağı sıcağına daha yeni yaşanmışken bu olay bu söylenen kuyruklu yalandır. Sarayı yak sözü yoktur ama suç duyurusunda bulundukları iyi olmuş hiç olmazsa yargılama sürecinde oturup bakarlar kendileri gördükleri halde uyduruyorlar, savcılar da döner bakarlar o söz var mı, yok mu orada göreceklerdir.

Soru- Efendim Sayın Ümit Kocasakal Genel Başkanlık için adaylığını açıkladı ve bu açıklamasında da Kaftancıoğlu’nun sözlerini hatırlattı ve “Atatürk’ün askeri olmak bir şereftir, ne yazık ki şuanda partimiz bu görevini yapamayacak hale gelmiştir. HDP güzellemesi yapanlar Atatürk’ün partisinde siyaset yapamaz” cümlesini kurdu efendim. Siz nasıl bir yorumda bulanacaksınız?

Bülent TEZCAN- Arkadaşlar, Cumhuriyet Halk Partisinin üyesi olan herkes aday adayı olabilir. Aday adayı olanların aday olabilmesi için delegenin yüzde 10 imzasını alıp kurultay divanına vermesi gerekir. Yüzde 10 imzayı toplaması gerekir. Herkes aday adayı olabilir, yüzde 10 imzayla aday olabilir, ama hiç kimse aday olurken Cumhuriyet Halk Partisinin pozisyonunu ve durduğu hattı kendi keyfine göre tartışmaya açma imkanına, yetkisine, hakkına sahip değildir. Cumhuriyet Halk Partisi kuruluşundan buyana misyonu belli bir partidir, misyonu hem cumhuriyetin kuruluş değerlerini koruyan, hem ulusal bütünlüğümüzü koruyan, hem de Ulusal Kurtuluş Savaşının Kuvvayi Milliye ruhunu, sosyal demokrasinin evrensel ilkeleriyle buluşturan bir siyasi partidir. Partinin kimliği partinin belgelerinde bellidir. Parti programını açar okurlarsa parti programında partimizin kimliği çok net anlatılır. Bugünkü partinin yönetim anlayışı da bu kimlikten zerrece sapmayan bir yönetim anlayışıdır. Buna rağmen beğenmeyip aday olanlar olabilir onun da yöntemi bellidir onu söyledim biraz önce.

Teşekkür ederim arkadaşlar. 


Kaynak: chp.org.tr

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.