CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU, TBMM CHP GRUP TOPLANTISINDA KONUŞTU (7 KASIM 2017)
CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU, TBMM CHP GRUP TOPLANTISINDA KONUŞTU (7 KASIM 2017)"Her bakan değiştiğinde sınav sistemi değişiy..
CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU, TBMM CHP GRUP TOPLANTISINDA KONUŞTU (7 KASIM 2017)
"Her bakan değiştiğinde sınav sistemi değişiyor, her bakan değiştiğinde sistem değişiyorsa o sistem milli değildir. Bakanlığın adı ’Milli Eğitim Bakanlığı.’ Nasıl bir milliyse, sınav değişiyor bakan değişiyor, bakan değişiyor sınav sistemi değişiyor"
- "Kesinlikle bütün tarafların katılımı ile Milli Eğitim Şurası toplanmalı. Devlet ortak akılla yönetilir, akıl akıldan üstündür. Bunu zamanında Finlandiya yaptı"
- "Şimdi bu tablodan güç alanlar, herkesin gözü önünde iki gazimizi darbedebiliyor. Cesareti kimden alıyor? Bunun sorgulanması lazım. Vicdan sahibi herkese sesleniyorum: Gazileri darbetmek nedir? Sen eğer arabana binip rahatça geziyorsan bu gaziler sayesinde"
-"Gel, istifa eden ve görevden alınan belediye başkanları için erken seçim yapalım. Milli iradeye saygı gösterelim. Özel düzenleme yapalım. Niçin korkuyorsun, niçin kaçıyorsun?"
-"Vatandaş, gün içinde 494 çeşit vergi ödüyor. Ama bu Ankara’daki beyler Türkiye’de vergi ödememek için vergi cennetlerinde şirketler kurarlar"
-"Arkadaşlarım vergi cennetlerinde kimin ne kadar parası var, kimin ne kadar şirketleri var ortaya çıksın diye araştırma önergesi verecekler. Umuyorum Sayın Başbakan verdiği sözün arkasında durur ve biz, bizim tarihimizin, ekonomi tarihimizin bu karanlık noktasını hep birlikte aydınlatmış oluruz"
Genel Başkan Kılıçdaroğlu’nun TBMM CHP Grup Toplantısında yaptığı konuşma şöyle:
Efendim konuşmaya duygulu bir ortamda başlayacağız. Gerçekten de Mehmet Alkan ordumuzda kardeşiyle beraber görev yapan, mücadele eden, teröre karşı göğsünü geren, her ortamda Türkiye Cumhuriyetinin çıkarlarını savunan, bayrağına devletine vatanına sahip çıkan bir kişi bugün partimize katılıyor. Mehmet Alkan aramıza hoş geldi, bize şeref verdi, onur verdi.
Kardeşi Yüzbaşı Ali Alkan Beytüşşebap’ta terör örgütüyle girdiği mücadelede hayatını kaybetti ve şehit oldu. O bütün şehitler gibi, bütün gaziler gibi bizim onurumuz, bizim şerefimiz, bizim namusumuz. Onlara sahip çıkmak, onlar arasında hiçbir ayrım yapmadan bütün şehit yakınlarını, bütün şehitlerimizi, bütün gazilerimizi kucaklamak bizim görevimizdir. Biz bu görevi koşullar ne olursa olsun, inatla ve kararlılıkla sürdüreceğiz.
Bu kadar ağır bir tabloyu yaşayan aile, şehit cenazesi sırasında kardeşimiz şunu söyledi Mehmet Alkan, “Buradaki vatan evladı daha 32 yaşında, vatanına sevdiklerine doyamadı. Bunun katili kim? Bunun sebebi kim? Daha düne kadar çözüm diyenler ne oldu da sonradan savaştı? Her insanın sorması gereken bir soru bu aslında, her insanın! Düne kadar çözüm dedin, düne kadar kucaklaştın, düne kadar her türlü tavizi verdin, düne kadar şehirler bombalarla patlayıcı maddelerle donatılırken sesini çıkarmadın, ama şimdi her gün şehitlerimiz geliyor. Neden? Bu soruyu sordu, bunun sorumlusu kim? Sen misin bu soruyu soran, 20 Temmuz darbesinden sonra bir OHAL kararnamesiyle, az önce partimize katılan Yarbay Mehmet Alkan ordudan atıldı.
Bir şehit yakını, kardeşi şehit olan bir subay... Sadece ve sadece böyle konuştuğu için eğer bir kanun hükmünde kararnameyle atılıyorsa bütün şehit yakınlarına sesleniyorum bütün şehit yakınlarına! Bütün gazilere sesleniyorum bütün gazilere! Bu tabloyu içinize sindiriyor musunuz? Eğer bu tabloyu içinize sindirmiyorsanız, yarın önünüze sandık gelecek. Elinizi vicdanınıza koyacaksınız ve oyunuzu öyle kullanacaksınız. Gazilere ve şehitlere sahip çıkmak her namuslu vatandaşın görevidir.
Sadece ordudan atılmadı değerli arkadaşlarım, pasaport verilmedi, beylik tabancası silahı verilmedi, emekli ikramiyesi verilmedi, OYAK’taki birikimine el konuldu o da verilmedi. Kredi kartı bile verilmedi. Yani sivil ölüme mahkûm ediliyor. Ben diyorum ya, bunların yatacak yeri yok diye, vallahi de billahi de bunları yapanların yatacak yeri yok.
Peki, bu tablodan güç alanlar ne yapıyor? Bu tablodan güç alanlar, herkesin gözü önünde iki gazimizi darp edebiliyorlar. Birisi belden aşağı tutmayan iki gazimizi darp edebiliyorlar. Cesareti kimden alıyorlar? Bunun sorgulanması lazım. Vicdan sahibi herkese sesleniyorum, bakın A partisi B partisi değil, vicdan sahibi herkese sesleniyorum. Gaziler darp etmek nedir? Sen eğer arabana binip rahatlıkla bu ülkede geziyorsan, bu vatanda geziyorsan, o gazilerin sayesinde geziyorsun. Yeri gelir askere gitmezsin, yeri gelir çocuğunu göndermezsin, yeri gelir vatan millet Sakarya dersin, yeri gelir arkana bakmadan kaçarsın.
Bütün gazilerimize sahip çıkacağız. Onlara kalkan her el, millete kalkmış eldir. Onlara sahip çıkmak bizim görevimizdir. Bütün gazilerimize, bütün şehitlerimize, gazi ve şehit yakınlarına sahip çıkmamız lazım.
Öyle bir acı tablo var ki değerli arkadaşlarım, havuz medyasından bir köşe yazarı gazilere “şaklaban” diyecek kadar aklını yitirmiş, şaklaban diyecek kadar! Aslında kendisi bir şaklaban, kendisi bir şaklaban! Daha ağırını kullanacağım, ama emin olun size karşı kullanmıyorum ayıp olur diye, millete karşı kullanmıyorum. Kimsin sen, kimsin sen gazilere bunu diyorsun. Merak ediyorum, o gazetenin sahipleri ne yapacak, yazarları ne yapacak? Onlar da “şaklaban” lafını manşete çekecekler mi acaba? Yoksa sen bu lafı edemezsin, sen bu kelimeyi kullanamazsın diye onu alıp kapının önüne mi koyacaklar? Merak ediyorum ne yapacaklar. Merak ediyorum, hepimiz merak ediyoruz. Bir şaklaban bir gazetede yazı yazamaz.
Merak ediyorum, iktidar kanadı ne yapacak? Merak ediyorum, Başbakan ne yapacak? Merak ediyorum, AK Partinin Genel Başkanı ne yapacak? Gazilere sahip mi çıkacaklar, yoksa geçmişte şehitlere “kelle” dedikleri gibi, aynı tavırlarını sürdürecekler mi? Yeri geldiğinde bizi en acımasız şekilde eleştiriyorlar. Ama ne yaparlarsa yapsınlar, biz gazilerimize şehitlerimize sahip çıkacağız sonuna kadar.
Evet, Sevgili Yarbayım aramıza hoş geldiniz.
Efendim bugün Sözcü davası var, görüşülüyor. Sözcü Gazetesini hepimiz biliyoruz aslında. Beğenirsiniz veya beğenmezsiniz, Türkiye’nin tirajı en yüksek gazetelerden birisidir. Değeri parayla biçilmez, çünkü değeri halkın gönlündedir. Yazarları özgürdür, bir yerden talimat almazlar yazmazlar, birilerinin önünde diz çökmezler, onurlu insanlardır Sözcü’nün yazarları. Söyledikleri her sözün arkasında kapı gibi dururlar. Bir olayı araştırmadan da gündeme getirmezler. Şimdi Sözcü’nün sahibi Burak Akbay silahlı terör örgütünü yönetme, yani FETÖ’yü yöneten kişi Burak Akbay. Yönetme, silahlı terör örgütü propagandası yapma... Hem yönetiyor, hem propagandasını yapıyor, bu nedenle de 30 yıla kadar hapisle cezalandırılmak isteniyor. Diyorum ya, bunlar ülkeyi yönetemiyorlar. Memlekette ne olup bittiğinin bile farkında değiller. Sözcü’yle FETÖ’nün ne ilgisi var Allah aşkına. Açın gazetenin birinci sayısından bugünkü sayısına kadar bakın, FETÖ örgütüyle ilgili bir tek olumlu cümle bulurlarsa, bütün bu söylediklerimi geri alacağım. Hep eleştirdiler, iftira ettiler iftiraya sarıldılar, şimdi onun arkasından dava açtılar Sözcü’yü mahkûm etmek için. Siz Sözcü’yü de yazarlarını da Cumhuriyet’i de yazarlarını da asla ve asla mahkûm edemezsiniz, asla ve asla bu milletin gönlünden silemezsiniz, asla ve asla o gazeteyi ve gazetecileri yok edemezsiniz.
Bakın değerli arkadaşlar, soruşturmayı yöneten basın savcısı şöyle diyor: “Burak Akbay’ın –Sözcü’nün sahibi- ortağı olduğu firmalar ile söz konusu şahıs ve firmalar arasında gerçekleşen ilişkiler olduğu, MASAK raporundaki veriler göz önünde bulundurulduğunda, bu ilişkilerin ticari faaliyetler ve uygulamalar kapsamında olduğu değerlendirilmiştir.” Ticari bir faaliyet, kağıt alacak ne yapacak, mürekkep alacak ne yapacak, matbaa kuracak ne yapacak? Bir yerden satın alacak. Bunların içinde FETÖ’ye destek varsa, hep beraber gidelim üstüne. Yok öyle bir şey. Ben söylemiyorum, basın savcısı söylüyor. Ama ona rağmen 30 yıla kadar hapisle cezalandırılmak isteniyor.
Daha önce FETÖ’nün paralel yürüdüğü dönemlerde, iktidarla paralel yürüdü. Aynı menzile gidiyorlardı ya, aynı menzile paralel yürüdükleri dönemde vergi denetim elemanlarını görevlendirdiler; acaba Sözcü’yü nasıl cezalandırırız diye. Rapor yazdılar, 10 milyon 687 bin lira ceza kestiler. Bu FETÖ’cüyse, FETÖ’cüler niye ceza kessin ki? Cezayı kesen FETÖ’cüler. Uzlaşmaya gittiler, FETÖ’cüler yine kabul etmedi. Hem cezayı kesen, hem uzlaşma komisyonunun başkanı şimdi FETÖ’den ikisi de hapiste. Ama Sözcü FETÖ’cü diye yargılanıyor. Aslında FETÖ’cü diye değil, iktidar içine sindiremediği için yargılıyor. Sözcü’nün yargılanma gerekçesi budur. Hükümet hoşuna gitmiyor, dize getirmek istiyor, “önümde diz çökeceksin” diyor, “ben ne dersem onu yazacaksın” diyor, “ben istemediğim köşe yazarını sen atacaksın” diyor. O da atmam diyor, dik dururum diyor, onurlu dururum diyor, “ben seni yaşatmam” diyor. Sen ne yaparsan yap, Sözcü bu ülkede sonuna kadar yaşayacaktır.
Burak Akbay diyor ki, bende bylock programı yok. Doğru, varsa zaten iddianamede olurdu. Şifreli 1 dolar da yok, olsa zaten görürdünüz. Mali hiçbir bağlantım yok diyor FETÖ’yle, FETÖ okullarında okumadım diyor, nerede okuduğum belli, yurtlarında kalmadım nerede kaldığım belli, sosyal medya paylaşımlarım yok, ama iftira üzerine beni yargılıyorsunuz diyor. Adalet er geç tecelli edecektir, adaleti hep birlikte sonuna kadar savunacağız.
Değerli arkadaşlarım, geçen hafta Zonguldak’tan söz etmiştim, Zonguldak’taki işçilerden söz etmiştim. Torba Kanunun içine sıkıştırılan 58.maddeden söz etmiştim. İşçilerin haklarının ellerinden alınacağından söz etmiştim, bütün bunları ifade etmiştim. İşçiler dediler ki, biz maden ocağından çıkmayacağız. Torba Kanun görüşülürken, bizim grup başkan vekilleri dedi ki, işçilerin sorunu çözülünceye kadar biz de bu kanuna muhalefetimizi sonuna kadar sürdüreceğiz.
Bugün sabaha karşı bir haber geldi, bir uzlaşma sağlanmış. Eğer bir uzlaşma sağlandıysa, parlamentoda bunun takipçisi olacağız. Maden işçileri bizim başımızın üstündedir değerli arkadaşlar. En zor şartlarda, yerin metrelerce altında kömür üreten kişilerdir bunlar. Kömürü teneffüs eden insanlardır bunlar.
Bakın bir maden işçisinin eşinin anlatımından söz edeyim. Diyor ki bu maden işçisinin eşi, bir akademik araştırmada yapılan bir çalışmada yer alan bir bölüm. Ben o bölümü aldım, sizlerle paylaşmak için. “Her gün eşim işe giderken dua ediyoruz ki, sağ salim eve dönebilsinler diye.” Doğrudur, yeraltında çalışıyorlar. “Eve geldiklerinde ise, bir çift laf edebilmek için gözünün içine bakıyoruz, ama yemeği yedikten sonra ya uyuyorlar ya da stres atmak için kahveye gideceklerini söylüyorlar. Tabii biz de o kadar çalışmanın sonucunda bu isteklerine bir şey diyemiyoruz. Kendi aramızda komşulara, akrabalara ve ev oturmasına gidip vakit geçiriyoruz” diyor. Bu şartlarda insanlar çalışıyor, bu şartlarda alın teri döküyorlar, bu şartlarda evlerine helal ekmek getiriyorlar. Dolayısıyla işçi kardeşlerimizin haklarına sonuna kadar sahip çıkmak hepimizin görevidir. Biz bu görevi yapacağız. Zonguldak’taki bütün işçiler, ister yerin altında çalışsın, ister yerin üstünde çalışsın, bütün işçilerin haklarına sahip çıkmak Cumhuriyet Halk Partisinin temel görevidir.
Son günlerde ciddi bir tartışma var, eğitimle ilgili sınavlarla ilgili. Değerli arkadaşlarım, devlet akılla yönetilir, devlet bilgiyle yönetilir, devlet birikimle yönetilir, devlet sabırla yönetilir, devlet ortak akılla yönetilir, devlet sabırla akıllı bilgiyle tutarlılıkla yönetilir. Eğer bir karar alacaksanız, oturur bakarsanız alacağım kararın sonuçları ne olur diye. Oturup tartışacaksınız, işi bilenle tartışacaksınız. Bir kişiyle değil, birden fazla kişiyle bir araya geleceksiniz. Bu kararın yansımaları ne olur diye buna bakacaksınız. Şimdi şu geldiğimiz hale bakın. Sınav sistemi değişiyor, her Bakan değiştiğinde değişiyor, eğer bir sistem her Bakan değiştiğinde değişiyorsa, o sistem milli değildir; çünkü Bakana göredir. Ama Bakanlığın adı Milli Eğitim Bakanlığı. Nasıl bir milliyse, sınav değişiyor Bakan değişiyor, Bakan değişiyor sınav şekli değişiyor. Aileler de perişan, çocuklar ne olacak diyor. Hangi sınava girecekler, nasıl girecekler diyor.
Değerli arkadaşlarım, çocuklarımızın iyi okumasını isteriz, iyi okullarda okumalarını isteriz. Analitik düşünmelerini isteriz, dünyayı sorgulamalarını isteriz, çevrelerini sorgulamalarını isteriz. Çocukların hakları da var, o haklarının neler olduğunu onlara öğretmek isteriz ve iyi öğretmenler olmasını, iyi öğretmenlerin çocuklarımızı eğitmesini isteriz. Adı Milli Eğitim, ama bu bakanlık milli değildir.
Ben size Eğitim Reform Girişimi var, çok güzel bir sivil toplum örgütü. Olaya siyasal değil, olaya tamamen bilimsel yaklaşıyor. Bakınız şunu söylüyor: “Haziran 2017’de öğretmen strateji belgesi 2017-2023 yayınlandı” öğretmen strateji belgesinin yayınlanması gayet güzel. Demek ki 2023’e kadar nasıl bir öğretmen yetiştireceğiz, bunu herkesin bilmesi lazım. Ama şöyle devam ediyor: “2017’de açıklanan belge, kamuoyuna kapalı, saydamlıktan ve katılımcılıktan uzak biçimde geliştirildi.” Bu nasıl milli? Vatandaşın haberi yok, eğitimcilerin haberi yok, sendikaların haberi yok, sivil toplum örgütlerinin haberi yok, ama bir strateji belgesi yayınlıyorlar kimsenin haberi yok. Kim yayınlıyor? Milli Eğitim Bakanlığı. Nasıl milli ki, vatandaşın haberi yok?
Yine devam ediyor, çocuklarımız acaba mutlu mu? Bunu da araştırmışlar. Bunu araştıran PİSA. Geliyorlar çocuklar arasında, bütün ülkelerdeki pek çok ülkedeki çocuklar arasında anketler düzenliyorlar, bizim çocuklara da soruyorlar mutlu musunuz diye. Raporda şöyle diyor: PİSA 2015 değerlendirmesinde, öğrencilerin yaşam memnuniyetine ilişkin sorulara yer verilmesi oldukça sevindiricidir. Buna göre Türkiye’deki 15 yaşındaki öğrencilerin yüzde 28,6’sı 0 ilâ 10 arasındaki yaşam memnuniyeti ölçeğinde 0 ilâ 4 arasını seçiyor. Yani yaşamlarından memnun olmadıkları ortaya çıkıyor. Çocuk nasıl memnun olsun ki, aile de memnun değil. Bir çocuk, okula giden bir çocuk heyecan duyar, memnun olur, hayata umutla bakar, umutla asılır, geleceğini düşünür, neleri nasıl yapacağının hayallerini kurmaya ve o hayalleri gerçekleştirmek için çaba harcamaya başlar, ama siz çocukları mutsuz ediyorsunuz.
Bu dönemde ortaöğrenim kurumlar sınavı geldi, bunu reform diye sattılar, uzun uzun anlattılar. Bakan değişti, seviye belirleme sınavı geldi, bunu da reform diye savundular. Yeni bir reform yapıyoruz, eskiyi kötülediler. Bir süre sonra Bakan değişti yeni bir model geldi TEOG, temel eğitimden ortaöğretime geçiş sınavı. Bu da yapıldı, büyük reform diye bunu da sundular. Ama bir sabah kalktık, 15 Eylül 2017 Adalet ve Kalkınma Partisinin Genel Başkanı dedi ki, “Başbakana söylerim TEOG kalkar.”
Şimdi bütün velilere sesleniyorum, bütün velilere! Senin çocuğun bu kadar değersiz mi? Senin çocuğun bu kadar değersiz mi? Birisi kalkıyor, eğitimci değil, eğitimi de bilmiyor, yeteri kadar bilmiyor, ama diyor ki “Başbakana söylerim bu kalkar” diyor. Ve aradan 87 saat geçtikten sonra Milli Eğitim Bakanı taksi durağında TEOG’un kaldırıldığını açıklıyor. Taksi durağında! Böyle bir sistem olabilir mi Allah aşkına, böyle bir devlet yönetimi olabilir mi, devlet böyle yönetilir mi? Boşuna demiyorum bunların yatacak yeri yok diye. Taksi durağında çocuklarla ilgili kararı açıklıyorsun. Öbürü “Başbakana söylerim kaldırır” diyor. Neye göre koydun, neye göre kaldırıyorsun?
Değerli arkadaşlarım ve TEOG yerine geçecek modeli de Bakan açıkladı. Açıklamasında tarihi bir hata yaptı. Aslında bir gerçeği itiraf etti. Dedi ki, “öğrencilerin yüzde 10’unun nitelikli okullara merkezi sınavla alınacağı öngörülmüştür” dedi. Yani okulların yüzde 10’u nitelikli, yüzde 90’ı niteliksiz okullar. Kim itiraf ediyor? Milli Eğitim Bakanı itiraf ediyor. Bir eğitim sistemini düşünün, devlet okullarının yüzde 90’ı niteliksiz okullar. Nitelikli okullar sadece yüzde 10.
Şimdi eleştiriyoruz da, ne yapmamız lazım? Öyle ya, veliler de bekleyebilirler, CHP ne yapacak, nasıl yapacak? Siz neyi öneriyorsunuz diye soracak. Bir, kesinlikle süratle bir Milli Eğitim Şurası toplanmalı, bütün taraflar ama. Bütün taraflar Milli Eğitim Şurasına davet edilmeli. Ne dedik? Devlet ortak akılla yönetilir, önyargıyla devlet yönetilmez. Akıl akıldan üstündür, eğitim şurasını toplayacağız. Herkesi davet edeceğiz, gelin arkadaşlar eğitimi tartışalım. Bunu kim yaptı zamanında? Zamanında Finlandiya yaptı ve Finlandiya dünyanın en ciddi ve en köklü eğitim reformlarını yapan ülkelerden birisi.
Bakın Milli Eğitim Bakanlığı Dış İlişkiler Genel Müdürlüğünün 2008’de söylediği: Finlandiya eğitimde fırsat eşitliği, okul ve program çeşitliliğine gidilmeksizin, tüm bireylere aynı eğitim olanaklarını sunduğu için başarılıdır, fırsat eşitliği sağladığı için başarılıdır” diyor. Kim diyor? Milli Eğitim Bakanlığı diyor. Biz ne yaptık? O reformu yapan bakan yardımcısını Türkiye’ye davet ettik. Finlandiya’dan reformu yapan bakan yardımcısını Türkiye’ye davet ettik. Buyurun gelin, reformu nasıl yaptınız? Milli Eğitim Bakanlığından eğitimle ilgili bütün taraflara çağrıda bulunduk, gelin dinleyin. Çocuk hepimizin çocuğu, çocuğun babası A partisinden B partisinden C partisinden olabilir, ama bu çocuklar bizim çocuklarımız. Bu çocukların iyi eğitim alması lazım, iyi okuması lazım bu çocukların. Biz davet ettik, görevimizi yaptık.
İki, her okulun bir bütçesi olmalı. Devlet, yani hükümet özel okullara 1 milyar 300 milyon lira teşvik veriyor. Özel okullara, ama devlet okullarına vermiyor. Niye vermiyor? Çünkü devlet okullarına fakir fukaranın çocuğu gidiyor da ondan, vermem diyor. Niçin bunu söylüyor? Fakir fukara, ben çocuğa iyi eğitim vermesem teşvik de vermesem zaten oyu çantada diyor. Böyle bakıyor, bu konuda da bütün velilerin dikkatli olması lazım.
Üç, liyakat esasına dayalı bir sisteme yeniden dönmek zorundayız. Liyakat sistemine dayalı bir esasa dönmek zorundayız. Öğretmenlerin yetiştirilmesiyle ilgili özel çaba, özel eğitim harcamak zorundayız. Öğretmen kaliteliyse, öğretmen bilgiliyse, eğitim de kalitelidir ve çocuklarımız da iyi yetişirler. Taşımalı eğitime son vermemiz lazım, bir diğer maddemiz taşımalı eğitim. Nerede çocuk varsa orada okul olacak, nerede çocuk varsa orada okul, orada öğretmen de olacak. Tıpkı her köyde bir ziraat mühendisinin, bir ziraatçının olmasını nasıl öngörüyorsak, her köyde bir öğretmenimiz olacak. Boğazımızdan keseceğiz, gerekirse yemeyeceğiz, bütün parayı eğitime harcayacağız, çocuklarımız için. Bütün parayı!
Bakın bir bilgiyi daha sizlerle paylaşayım. Şöyle diyor Eğitim Reform Girişimi: “2015 yılına ilişkin verilere göre Türkiye genelinde ilkokul öğrencilerinin yüzde 50,5’i, ortaokul öğrencilerinin yüzde 40,8’i, ortaöğretim öğrencilerinin 10,2’si ikili eğitim öğretim yapan okullara devam ediyor.” Yani sabahçı ve öğlenci bunlar, ikili eğitim yapıyorlar ve acı bir cümle şu: “Bu konuda Milli Eğitim Bakanlığı tarafından güncel ve bölge il temelinde veri paylaşılmıyor.” 2015’den sonra veri paylaşmıyorlar, gizliyorlar. Kimden? Vatandaştan. Hani milliydi bu, niye gizliyorsunuz? Gizliyorlar. Dolayısıyla eleştiriyoruz, ama ne yapılması gerektiğini de söylüyoruz.
Diyorum ya, devleti yönetemiyorlar diyorum. Gül gibi ülkeyi samana muhtaç ettiler bunlar. Arpayı, mısırı, fasulyeyi, pamuğu, mercimeği, eti, canlı hayvanı ve tütünü ithal eder noktaya geldik.
Değerli arkadaşlarım, Türkiye Büyük Millet Meclisinin çıkardığı kanuna da uymadılar bunlar. Çiftçi kardeşlerim iyi dinlesinler. Şikâyet ediyorsunuz siz, Meclisten şikâyet etmeyin, Meclis gereğini yaptı. Milli gelirin en az yüzde 1’i oranında çiftçiye teşvik verilir dedi, yüzde 1’i oranında teşvik verilir dedi, ama bunlar vermiyorlar. Vermiyorlarsa sen hesabını soracaksın. Yarın sandık önüne gelecek, paramı niye vermedin diyeceksin, bunun hesabını soracaksın. Sorarsan bu ülkeye demokrasiyi getirirsin, sorarsan hakkına sahip çıkmış olursun.
Şimdi et ithal ediyorlar, onların deyimiyle kemiksiz löp et ithal ediyorlar. Bununla eti ucuzlatacaklar. İlk et ithali 2010 yılında başladı, şimdi 2017’deyiz. Eğer ithalatla et ucuzlasaydı, zaten mesele çözülürdü. Mesele böyle çözülmüyor. 7 yıldır aynı noktadalar, 7 yıldır! 7 yıldır et ithal ediyorlar, 7 yıldır bu ülke pahalı et yiyor.
Değerli arkadaşlarım, şimdi getirdiler efendim iki mağazada etleri satacaklar. 70 bin kasap ayakta isyan ediyor. Kasap kardeşlerime sesleniyorum, niye isyan ediyorsunuz? İsyan etmenize gerek yok, yarın önünüze sandık gelecek, demokratik yollardan hesabını soracaksınız, bu kadar basit.
O iki mağazada satacaklar, tamam. Parayı onlar alacak, tamam. Efendim Türkiye Kasaplar Federasyonu Başkan Vekili açıklama yapıyor. Diyor ki, “ele vereceğinize bize verin, biz satalım dedik. Kasaplar olarak vatandaşlara daha kolay ulaşırız, biz Bakanımızın bize sahip çıkmasını beklerdik, ama olmadı.” Niye sahip çıksın sana kardeşim, niye sahip çıksın? O paraya sahip çıkıyor, cebine sahip çıkıyor, çocuklarına sahip çıkıyor, köşeyi dönmeye sahip çıkıyor, kasaba mı sahip çıkacak?
Et fiyatlarını düşürmenin yolu besiciyi desteklemekten geçer, nokta. Yemi destekleyeceksin, parasını vereceksin, samanını yoncasını destekleyeceksin, imkânını destekleyeceksin, parasını vereceksin. Et fiyatı böyle ucuzlar, ithalatla olmaz ki. Nereye kadar ithalat? Bunları bilmiyorsan, hadi bizim de sözümüzü dinlemiyorsun, git kardeşim Amerika’ya bak nasıl yapıyor, Almanya’ya bak nasıl yapıyor, Fransa’ya bak nasıl yapıyor, Hollanda’ya bak nasıl yapıyor? Bari oradan ders al. Onları zenginleştiriyorsun, mağdur olan bizim besicimiz, bizim kasabımız.
Değerli arkadaşlarım, az önce dedim ki Meclisin günahı yok, Meclis kanunu çıkardı. Bakın, bütün çiftçiler iyi dinlesin. 2006-2017’de çiftçilere yapılması gereken destek ödemesi 196 milyar 241 milyon liradır, eski parayla 196 katrilyonun çiftçilere destek olarak verilmesi lazım. Peki, bugüne kadar ne verildi? 93 milyar lira, 93 milyar 514 milyon lira. Peki, çiftçilerin bu hükümetten alacağı ne kadar? 102 milyar 733 milyon lira. Alacağını iste kardeşim, alacağını iste. Önüne gelecek bir milletvekili, ben alacağımı istiyorum diyeceksin, hesabını soracaksın değerli arkadaşlarım. Hesabını sorarsan bu ülkede demokrasiyi hep birlikte güçlendirmiş oluruz.
Dedim ya, bunlar devleti yönetemiyorlar, inanın yönetemiyorlar. Devletin nasıl yönetileceğini bilmiyorlar. Akılla yönetilir devlet dedik, sabırla yönetilir devlet dedik, kinle öfkeyle yönetilmez devlet dedik. Devlet ortak akılla yönetilir dedik, bir sürü laf ettik. Değerli arkadaşlarım, devleti yönetmek için ya kanun çıkarırsanız, ya tüzük çıkarırsınız, ya yönetmelik çıkarırsınız. Kanun çıkarırsanız gelir Mecliste iktidar muhalefet tartışır, sendikaları çağırır, sivil toplum örgütlerini çağırır, bu kanun nasıl yapılır? Artısı eksisi nedir? Herhangi bir kitleye kişiye zümreye ayrıcalık tanıyor mu tanımıyor mu? Oturulur tartışılır. Tüzük çıkarırsınız, bütün bakanların imzalaması lazım, yönetmelik çıkarırsınız oturulur tartışılır bakılır.
Bunlar bir yönetmelik çıkardılar değerli arkadaşlarım, 26 Ekim 2016 tarihinde yayımlandı Resmi Gazetede; yayımlayan bakanlık Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı. Bu yönetmeliğe göre, otomobillere cam filmi takılması serbest bırakıldı. Bırakılır mı? Bırakılır. Karara itiraz eden oldu mu? Hayır, itiraz eden olmadı. 5 milyon vatandaş arabasına cam filmi taktırdı. Ödenen para 1 katrilyon liranın üstünde. Aradan bir yıl dahi geçmedi, kararı değiştirdiler. Dediler ki, cam filmi taktırmak yasaktır. Sökeceksiniz, sökmezseniz cezası 427 lira, döküm parası da 150 lira.
Değerli arkadaşlarım, niye serbest bıraktılar, niye yasakladılar? Açıklayan var mı? Yok. Hesabını soran var mı? O da yok. Şimdi ben o 5 milyon vatandaşıma sesleniyorum, ben sana söylüyorum, bunlar Türkiye’yi yönetemezler, senin cebine el attılar. Filmi tak dediler taktın, sök dediler söktün. Şimdi sandık önüne gelecek şunu diyeceksin, ben bunun hesabını sana soracağım sandıkta diyeceksin, olay budur.
Eğer kibir aklın önüne geçerse sonuç böyle olur. O kadar kibirlendiler ki, her şeyi yaparız, her şeyi! Vatandaş da bize oy verir dediler. Sırtına binerim, sopalarım, yine bize oy verir dediler. Cama takacaksın, camdan sökeceksin dediler, yine bize oy verir dediler. Kibrin esiri oldular. Sen kibirle mücadele et, sandıkta bunun hesabını sor değerli kardeşlerim.
Arkadaşlar, ben bir ara hiç kimsenin bu ülkede can ve mal güvenliği yoktur demiştim. Kıyamet koparmışlardı, ne demek hiç kimsenin can ve mal güvenliği yok, herkesin can ve mal güvenliği vardır diye. En tipik örneğini seçilen belediye başkanlarından alabiliriz. Halkın oyuyla seçilen bir belediye başkanının can ve mal güvenliği yoksa sokaktaki vatandaşın can ve mal güvenliği nasıl olacak? Balıkesir Büyükşehir Belediye Başkanı, herkesin önünde açıkça ağlayarak bunu itiraf etti. Hafızalarımızda kalsın diye bir daha onu okumak isterim, o sözleri okumak isterim.
Şöyle diyordu: “Yolsuzluğunuz yok, usulsüzlüğünüz yok, başarısızlığınız yok, FETÖ bağlantınız yok, ama ailenize ve evinize kadar ulaşan tehditler, katlanacak bir durum olmanın ötesine geçmiştir. AK Partide siyaset yapma imkânımız ortadan kaldırılmıştır. Partimden ve belediye başkanlığından ayrılıyorum” diyor. Hiç kimsenin can ve mal güvenliği yok. Bir kişinin ailesine kadar tehdit ediyorsanız, hiç kimsenin can güvenliği yok. Can güvenliğini sağlayan bağımsız yargıdır. Düşünün, sıradan bir insan değil, bir belediye başkanı seçimle gelmiş, halkın desteğiyle gelmiş. Çıkıp diyor ki, “bana ve aileme tehditler geldi, o nedenle istifa ediyorum” diyor. Bir Allah’ın kulu bir savcı çıkıp da, bir dakika arkadaşlar tehdit suçtur, gel bakalım, kim seni tehdit etti, aileni nasıl tehdit ettiler diye soruşturma açtı mı? Açmadı, açamadı, korktu. Ama Burak Akbay hakkında açarlar, Cumhuriyet hakkında açarlar. Neden? Talimat aldıkları için. O nedenle hiç kimsenin can ve mal güvenliği yoktur değerli arkadaşlar.
Belediye başkanlarını istifa ettirdiler. Kanun hükmünde kararnamelerle bazılarını görevden aldılar, yerlerine kayyum atadılar. Dedik ki, gel 17 ay beklemeyelim erken seçime gidelim. Erken seçim yapalım yerel yönetimlerde. Niçin? Demokrasinin namusunu kurtaralım dedik. Gelmediler, kaçtılar. Hayatımda milli iradeden korkup kaçak bir genel başkan görmemiştim, onu da görmek bana nasip oldu.
Şimdi teklifi biraz daha yumuşatıyorum kaçmasın diye. Gel istifa eden ve görevden alınan belediye başkanları için erken seçim yapalım, milli iradeye saygı gösterelim. Özel düzenleme yapalım, her türlü desteği verelim. Niçin korkuyorsun, niçin kaçıyorsun? Milletten korkan olur mu? Siyasetçi milletten korkuyorsa, seçimi nasıl yapacak? Niye korkuyorsun, niye kaçıyorsun? Hodri meydan dedim diye mi korkup kaçıyorsun? Hodri meydan demeye devam edeceğim sonuna kadar.
Onu sevdiğim için değil aslında, demokrasiye sahip çıktığımız için söylüyoruz biz bunu. Bakın Anayasanın 78.maddesi var. Diyor ki, “Türkiye Büyük Millet Meclisinde boşalan üyeliklerin sayısı, üye tam sayısının yüzde 5’ini bulduğu hallerde üç ay içinde ara seçim yapılır.” Üye tam sayısı yüzde 5 azalırsa, hemen diyor seçime gidersiniz diyor. Aynı şekilde aynı madde içinde diyor, “bir ilin veya bir seçim çevresinin milletvekilleri düşerse veya milletvekili o ilde olmazsa, 90 gün içinde orada seçime gitmek zorundasınız” diyor. Bir belediye başkanı gidiyor. Nüfusun yaklaşık yüzde 50’si seçmediği belediye başkanları tarafından yönetiliyor. Demokrasinin namusunu kurtaralım dedik, gel arkadaş seçime gidelim dedik, demokrasiye sahip çıkalım dedik. Atamayla belediye başkanı gelmesin, onu Kenan Evren yapıyordu, seçimle yapalım, seçimle gelsin bu insanlar. Ama gelmiyorlar, korkuyorlar ve kaçıyorlar.
Değerli arkadaşlarım, bütün AK Partili kardeşlerime de sesleniyorum. Seçtiğiniz hükümet 15 yıldır iktidarda, 15 yıldır! 15’nci yılın sonunda eğer partinizin genel başkanı seçimden korkup kaçıyorsa, siz de şapkanızı önünüze koyup düşünmek zorundasınız. Ve şu soruyu sormak zorundasınız: Sana oy verdik iktidar yaptık, niye kaçıyorsun, neden kaçıyorsun? Benden korkmuyorlar herhalde, benden çekinmiyorlar herhalde. Eğer korkuyorsan çekiniyorsan, vallahi gerekçesini söyle ben ona göre önlem alırım, seni korkutmam. Ben bu millete güveniyorum, milletin iradesine güveniyorum.
Diyorum ya bunlar ülkeyi yönetemiyorlar diye, ama iki konuda hakkını yememek lazım. Bir, kendilerine ve yandaşlarına çok iyi çalışıyorlar. Bu konuda kimse ellerine su dökemez, hiç ama hiç. İki, faiz lobisine çok iyi çalışıyorlar, kimse ellerine su dökemez. İki konuda çok başarılılar. “Kendilerine ve yandaşlarına nasıl çalışıyorlar?” ı biraz sonra anlatacağım, ama şu faiz lobisini bir anlatayım.
Sadece yabancılara 15 yılda ödedikleri faiz 145 milyar dolar. Şimdi diyorlar ki, İMF’ye borçlanmadık. Peki, ben soruyorum, bu 145 milyar doları kime ödedin arkadaş, kimden borç aldın? Öğrenmek hakkımız değil mi? Hakkımız. Söyleyecekler mi? Söylemezler. Çıkıp şunu demiyorlar, ama “ey Kılıçdaroğlu senin söylediğin rakam doğru değil, biz 145 milyar dolar faiz ödemedik” diyemiyorlar, diyemezler. Faiz lobisinin has adamlarıdır bunlar. O lobinin önünde secde ederler bunlar.
Sadece yabancılara mı? Hayır, yerli faiz lobisine de ödüyorlar. Aynı dönemde, 2003-2015 ödedikleri faiz 620 milyar lira, eski parayla 620 katrilyon lira içeride bir avuç adama faiz ödediler. Şimdi diyebilir ki, efendim içeride ödedik faizi, birileri kazandı bu parayı. Esnaf mı faiz geliri elde etti, çiftçi mi elde etti, emekli mi elde etti, işçi mi elde etti, taşeron işçisi mi elde etti? Bu faiz gelirini, 620 milyar lirayı siz kime ödediniz? Kime ödediler, bunu öğrenmek zorundayız; dolayısıyla herkesin oturup yeniden düşünmesi lazım.
Diyorlardı ki, referandumda evet deyin Türkiye uçacak. Evet, Türkiye uçtu, enflasyonda uçtu, dolar uçtu, terör uçtu, hepsi uçtu.
Değerli arkadaşlarım, peki yandaşa nasıl çalışıyorlar? Yandaşa çalışmanın yolu da şöyle; önce bir yandaşı buluyorsun, yandaş bir proje geliştiriyor, buraya köprü yapacağım diyor. Diyorlar tamam köprüyü yap. Para... Parayı ben sana veririm. Yeteri kadar bulamıyorum, garanti vereceğim sana diyor, garanti veririm, hükümet garantisi veririm. Başka... Oradan geçen araçlar sana para ödeyecek. Yeteri kadar geçmezse... Üstünü ben ödeyeceğim diyor. Kim o parayı ödeyecek? Vatandaş ödeyecek diyor. Sadece karayolları müteahhitlerine ödenen para, yani yap işlet devretle ödenen para garanti parası 182 milyar lira, eski parayla 182 katrilyon lira. 2018’de ödenecek para, sadece karayollarına. Devletin cebinden para çıkmıyor, diyorlar sen yap parayı ben sana vereceğim, garantiyi de ben sana vereceğim. Vatandaş parasını ödeyecek, ama ödemezse artan parayı ben sana vereceğim.
Değerli arkadaşlarım, bundan daha iyi yandaş mı olur, bundan daha iyi yandaş mı teşvik edilir? Şehir hastaneleri yapıyorlar, hasta garantisi veriyorlar şehir hastanelerine, hasta garantisi! Hasta çıkmazsa, sana garanti veriyorum hasta olsa da olmasa da sana parayı ödeyeceğim diyor. Ama hapishanelerde böyle bir garanti yok. Çünkü hapishaneler tıka basa dolu.
Az önce bir kadın kardeşimiz Harp Okulu öğrencileri için diyor... Harp Okulu öğrencileri için seslenin diyor. Harp Okulu öğrencilerinin tamamı da çıkacak, hiçbirisinin günahı yok.
Enflasyon başını aldı gitti. Emekliye ne verdiler? Yüzde 10,9. Memura ne verdiler? 10,1. Asgari ücretliye yüzde 7,9, enflasyon yüzde 12. Hepsi enflasyonun altında kaldı. Kim kazanıyor, kim köşeyi dönüyor?
Peki, bu hükümet kendisine nasıl çalışıyor? Belli aslında, ayakkabı kutularından bunu gayet iyi biliyoruz zaten. Rüşvet mekanizmalarını gayet iyi biliyoruz zaten. Ne diyorlar? Ey vatandaş vergini öde, ey vatandaş yastık altındaki altınları çıkar, ey vatandaş dövizin varsa bozdur. Değerli arkadaşlarım, siyasetçi halka örnek olmak zorundadır. Halktan bir şey istiyorsan, önce kendin yapacaksın. Halka diyorsun ki, ey vatandaş vergini öde. Sen... Sen ödemiyorsun. Şirketi nerede kurdun? Malta’da kurdu. Niye Malta’da kuruyorsun, niye vergi cennetlerinde kuruyorsun? Vatandaşa vergini öde diyorsun, ama sen başka yere götürüyorsun.
Yastık altında altınları çıkar. Bu laf ne zaman ortaya çıkar biliyor musunuz? Ekonomi yönetilmediği zamanlarda politikacıların başvurduğu tek çare odur, yastık altındaki altınları çıkarın; çünkü başka bir şey kalmadı, sıra o altınlara geldi, onu da yok edecekler. Dövizin varsa bozdur. Millet de koşa koşa döviz bozdurdu, sanki herkesin cebi dövizle dolu. Peki kardeşim, sen niye dövizini bozdurmuyorsun, niye yurtdışındaki bankalarda dövizini tutuyorsun, sen Başbakansın, sen Bakansın, sen milletvekilisin, sen yandaşsın, yandaş sermayesin, senin gazetelerin var, neden onlar yurtdışındaki bankalarda dövizlerini tutuyorlar? Vatandaşa diyorsun dövizini bozdur; bu soruyu herkesin kendi vicdanına sorması lazım.
Vatandaş vergi ödüyor mu? Ödüyor. Bakın size çarpıcı örnekler vereceğim. Sabah musluğu açtığınızda akan sudan beş tür vergi ödüyorsunuz. Musluğu açtığınızda beş tür vergi ödüyorsunuz, ister su için ister bulaşık yıkayın, beş tür! Katı atık vergisi, katı atık toplama vergisi, atık su bedeli vergisi, çevre temizlik vergisi ve KDV. Suyu açtın mı beş tane vergi ödüyorsun. Gün içinde 494 çeşit vatandaş vergi ödüyor. Denir ki, öldükten sonra vergiden kurtuluyoruz. Hayır, öldükten sonra vergiden kurtulmuyorsunuz, veraset intikal vergisi ödüyorsunuz, tabut yaparken vergi, kefen bezi alırken vergi ödüyorsunuz. Ama bu Ankara’daki beyler vergi ödememek için şirketlerini götürüp vergi cennetlerinde kuruyorlar.
Yeni doğan çocuk vergi öder, yeni doğan çocuk! Emzik alırsınız vergi ödersiniz, altına bez alır anneler vergi öderler, bulaşık yıkarsınız vergi ödersiniz, çocuğunuz sakız ister sakız alırsınız vergi ödersiniz. Ama bu Ankara’daki beyler Türkiye’de vergi ödememek için giderler vergi cennetlerinde şirketler kurarlar. Ben diyorum ya, bunların yatacak yeri yok. Vallahi de billahi de bunların yatacak yeri yok. Vatandaşa vergi öde, sen vergi ödeme ve Türkiye’yi yönet.
Değerli arkadaşlarım, bu olay ortaya çıktı, Cumhuriyet çok önemli bir gazetecilik örneği yaptı ve vergi cennetlerindeki olayları kamuoyuna anlatıyor. Sayın Başbakan “çocuklarım dahil, herkesin hesabı incelensin” diyor. Sayın Başbakana, Sayın Binali Yıldırım’a içten teşekkürlerimi sunuyorum. Özgüveni dolayısıyla da teşekkürlerimi sunuyorum. Şimdi arkadaşlarım vergi cennetlerinde kimin ne kadar parası var, kimin ne kadar şirketleri var ortaya çıksın diye araştırma önergesi verecekler. Umuyorum Sayın Başbakan verdiği sözün arkasında durur ve biz bizim ekonomi tarihimizin bu karanlık noktasını hep birlikte aydınlatmış oluruz. Görelim bakalım, el mi yaman bey mi yaman? Görelim bakalım, vatandaş Türkiye’de vergi verir, sen vergi ödememek için yurtdışında şirketler kurarsın. Hepsini masaya yatıracağız.
Teşekkür ederim, saygılar sunuyorum.
Kaynak: chp.org.tr
HABERE YORUM KAT