CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU, TBMM GENEL KURULU’NDA 2018 YILI BÜTÇE KANUNU TASARISI ÜZERİNE KONUŞTU  (11 ARALIK 2017)

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU, TBMM GENEL KURULU’NDA 2018 YILI BÜTÇE KANUNU TASARISI ÜZERİNE KONUŞTU (11 ARALIK 2017)

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU, TBMM GENEL KURULU’NDA 2018 YILI BÜTÇE KANUNU TASARISI ÜZERİNE KONUŞTU&nb..

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU, TBMM GENEL KURULU’NDA 2018 YILI BÜTÇE KANUNU TASARISI ÜZERİNE KONUŞTU 
(11 ARALIK 2017) 


CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun, 2018 Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı üzerine TBMM Genel Kurulunda yaptığı konuşma şöyle:



Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, televizyonları başında bizi izleyen saygıdeğer yurttaşlarım; hepinize Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak sevgimizi, saygımızı, dostluğumuzu ve muhabbetimizi gönderiyorum.

LAFLA PEYNİR GEMİSİ YÜRÜMEZ

Değerli arkadaşlarım, özellikle son günlerde bir trajediyi yaşıyoruz, Filistin olayını. Filistin trajedisi yıllardır devam ediyor, yıllardır. Topraklarından edildiler, insanları öldürüldü, hak ararken her türlü baskıya ve şiddete maruz kaldılar ve bunlar yeteri kadar Arap dünyasının da desteğini alamadılar. Filistin davası aslında bir insanlık davasıdır, bir dramdır, bir trajedidir. Filistin’e ve Filistinlilere sahip çıkmak insan olmanın gereğidir. Bir onurdur Filistin’e ve Filistinlilere sahip çıkmak. Kendi öz vatanlarında insanlar esir muamelesi göremezler, kendi öz vatanlarında sürülemezler, kendi öz vatanlarında yoksulluğa, açlığa mahkûm edilemezler, kendi öz vatanlarında etrafları çevrili, esir tutulamazlar.

Değerli arkadaşlarım, biz 1968’li yıllarda gencecik çocuklarımızı Filistin’e gönderdik Filistin Kurtuluş Örgütü’yle beraber Filistin’in bağımsızlığı için mücadele ettiler. O çocuklar, onlar bizim şehitlerimiz, bu memleketin şehitleri onlar, Filistin için mücadele ettiler, mezarları hâlâ Filistin’de. O şehitlerimizi saygıyla ve minnetle ve rahmetle anıyoruz. Dolayısıyla, Filistin konusunda Türkiye’nin tek yürek olması lazım, tek yürek olması lazım. Karar… Ortak karar alınması lazım. Mücadele… Ortak mücadele verilmesi lazım. Eğer bir yerde zalim var ve zulmediyorsa zalime karşı direnmek hepimizin ortak görevidir. Zulme karşı direneceğiz, zalime karşı direneceğiz ama bu konuda, üzülerek ifade edeyim, Arap dünyası iyi bir sınav vermemiştir, başarılı bir sınav vermemiştir. Bizim gösterdiğimiz duyarlılığı Arap dünyasının pek çok devleti, maalesef, üzülerek ifade edeyim, göstermemiştir. Birleşmiş Milletler kararlarına açıkça İsrail karşı çıkmıştır ve ihlal etmiştir ve biz ve Türkiye Cumhuriyeti bu konuda çok daha net, çok daha kararlı bir tavır takınmak zorundadır. Öyle lafla peynir gemisi yürümez. "İsrail’le ilişkileri kesebiliriz." Kesiyorsan kes kardeşim, biz de kapı gibi arkandayız! Öyle lafla olmaz bu iş.

Kaldı ki asıl kızacağın adam, Trump. Niye kızmıyorsun? Öyle dolaylı, orta alanda top veriyorsun. Asıl bu işin sorumlusu, Amerika’daki Başkandır. Oradaki sıkışmışlığını gidermek için, gündemi değiştirmek için getirdi Orta Doğu’nun kalbine pimi çekti, bombayı koydu.

Herkesi aradı, sadece ve sadece Erdoğan’ı aramadı. Bu bile üzerinde hepimizin oturup düşünmesi gereken bir gerçektir ve bu gerçek başka bir şeyi daha gündeme getirecek, radikal unsurların arayıp da bulamadıkları bir ortamı yaratacaktır; radikal unsurların, katillerin arayıp da bulamadığı bir ortamı yaratacaktır.

DIŞİŞLERİ BAKANLIĞININ İNTERNET SİTESİNE NEDEN "İSRAİL’İN BAŞKENTİ TEL AVİV’DİR" YAZAMIYORSUN

Değerli arkadaşlarım, sizlere söyledim, samimi olmamız lazım, gerçekçi olmamız lazım, dürüst olmamız lazım. Bakın, ben size bir şey göstereyim değerli arkadaşlar, Dışişleri Bakanlığının internet sitesi. İsrail’le ilgili açıyorsunuz devleti, başkenti boş, Tel Aviv yazmıyor ama orada bir yıldız var. Yıldıza baktık, ne yazıyor? "Efendim, İsrail 1980 sonrası şunu şunu yaptı ama onlar Kudüs’ü başkent olarak kabul ediyorlar." diyor. E, sen niye Tel Aviv yazmıyorsun, niye yazmıyorsun? Elinden tutan mı var? Hem bunu yapacaksın hem kalkacaksın iç politikada şunu yaparım, bunu yaparım, bunu asarım, bunu keserim… Bunlara bu milletin karnı tok arkadaşlar, bu milletin karnı tok. Yapacaksan adam gibi yap, oraya yazacaksın: "İsrail’in başkenti Tel Aviv’dir" diye. Yazıyor musun? Yazmıyorsun, yazamıyorsun. Alta dipnot koymuşsun, orayı da boş bırakıyorsun. Bu, doğru değil. Takipçisi olacağız.

Sayın Başbakandan da istirham ediyorum, o başkentin adı Tel Aviv’dir. Kaldı ki not sadece bu konuda da kırık değil, buraya, 20 milyon dolara Türkiye’nin itibarını satan bir anlaşma da geldi. 20 milyon dolara Türkiye’nin bütün itibarını satan anlaşma da geldi. Anlaşmada ne yazıyor biliyor musunuz? "Ankara" ve "Kudüs" yazıyor ve sizler o anlaşmaya "Evet" dediniz. Niye "Evet" dediniz, hangi gerekçeyle "Evet" dediniz?

Değerli arkadaşlarım, sözün başında söyledim, yine söylüyorum: Filistin olayı bu memleketin onurudur. Kudüs, hepimizin, üzerinde titremesi gereken bir kenttir. Bir barış kenti olmak zorundadır Kudüs. Üç semavi dinin de kutsal mekânıdır orası. Orası, birilerine asla ve asla terk edilemez. Bunu gayet açık, gayet net, CHP Grubu adına söylüyoruz.

ÖNCE ŞU ÜNİVERSİTE DİPLOMANI BANA BİR GÖSTER BAKAYIM

Efendim, Sayın Cumhurbaşkanı Yunanistan’a gitti. Gidebilir tabii, gezmesinde yarar vardır, dostluk ilişkilerinin gelişmesinde yarar vardır. Hiçbir zaman, "Neden şuraya gitti, neden buraya gitti?" diye özel bir eleştiri getirmiyoruz, tam tersine, gidilmeli, gezilmeli, ticari ilişkiler, kültürel ilişkiler geliştirilmeli. Ülkeler, barış eksenli, birbirlerine destek vermeliler. Gidildi, orada Lozan tartışma konusu yapıldı. Bir devlet başkanı pozisyonunda olan kişi, ayaküstü, Türkiye Cumhuriyeti sınırlarını belirleyen Lozan Anlaşması’nı tartışmaya açamaz. Sormak istiyorum, Sayın Erdoğan’a sormak istiyorum: Hangi gerekçeyle Lozan’ı tartışmaya açıyorsun, hangi bilgi birikimiyle Lozan’ı tartışmaya açıyorsun? Lozan’ı tartışmaya açman için önce şu üniversite diplomanı bana bir göster bakayım. Yok böyle şey. Türkiye Cumhuriyeti’nin namusudur o, namusudur. Benim sınırlarımı sen nasıl gidersin başka bir ülkede tartışmaya açarsın?

NİYE İŞGAL ALTINDAKİ 18 ADADAN SÖZ ETMEDİN

Konuşuyorsun, iç politika malzemesi yapıyorsun, ben bunu da anlarım. Peki, ben Sayın Erdoğan’a sormak isterim: Orada niye 18 adadan söz etmedin? İşgal altındaki 18 adadan neden söz etmedin, neden söz etmedin?

Lozan Anlaşması’nın 12’nci ve 15’inci maddeleri açıkça ihlal edilmiştir. 18 adayı ve 1 kayalığı hiçbir zaman, ne Lozan Anlaşması ne de başka bir anlaşma Yunanistan’a vermemiştir. Değerli arkadaşlarım, şu anda 18 adada 13 askerî birlik var, 5 bine yakın Yunan askeri var. Peki kardeşim, sen oraya gidiyorsun, Yunanistan’a gidiyorsun, oturup politikada ben onu kullanayım, ondan sonra da bu olsun." diyorsun.

Ya, bu ayıp değil mi değerli arkadaşlarım? Bu, bizim kaldıracağımız bir olay mıdır? İlk kez bu hükûmetler döneminde Türkiye Cumhuriyeti toprak kaybetmiştir tıpkı Süleyman Şah Türbesi’ni kaçırdıkları gibi. İçime sindiremiyorum, içime sindiremiyorum. Gideceksiniz, 18 adayı vereceksiniz oraya, askerini yığacak oraya, askerî birliğini yığacak oraya, sen gideceksin, "Lozan’ı tartışmaya açalım." diyeceksin. E, zaten adamlar açtılar Lozan’ı tartışmaya, 18 adayı da işgal ettiler. Bir şey söyledin mi? Bir şey söylemedin. Çıktın, tekrar Türkiye’ye geldin ve bize de diyorlar ki: "Efendim, neden eleştiriyorsunuz Erdoğan’ı?" Ne yapalım? 18 ada işgal edilecek, biz de diyeceğiz ki: "Ya, ağzımızı kapatalım, hiçbir şey söylemeyelim, ayıp olur." Biz, sizin bildiğiniz -özellikle iktidar kanadına söylüyorum- türde muhalefet yapmayız arkadaşlar. Biz, Türkiye’nin aleyhine ne varsa hepsine karşı dururuz ve muhalefetimizi yaparız.

 

AĞZINDAN BİR LOKMA HARAM İNEN BELEDİYE BAŞKANINI YAŞATMAM

Başka bir olay değerli arkadaşlarım, devlette hükûmet. Devlet bakidir, hepimizin devletidir ama hükûmet ayrıdır. Hükûmet, halkın verdiği oylarla seçilir, gelir ve devleti yönetir; devlet olmaz, devleti yönetir. Ne zaman? Beş yıl, üç yıl, anayasasında ne yazıyorsa. Sonra tekrar halkın hakemliğine başvurulur, yeni seçim olur, gelir, tekrar yönetir. Eğer bir kişi "Ben devletim" diye ortaya çıkıyorsa onun adı siyaset kitaplarında yazılıdır, "Ben devletim" diye birileri çıkıyorsa, onun adı siyaset kitaplarında diktatörlüktür değerli arkadaşlar. O nedenle, devlet ile hükûmeti ayırmamız lazım. Şu anlama gelmesin: Devletin bütün kurumları da denetlenmek zorundadır, devletin bütün kurumları. Kim denetimi yapar? Devleti yönetenler yapar. Devlet, aynı zamanda güçler ayrılığı ilkesi üzerine oturtulur ki devlette mutlak güç olmasın diye, bir kişi bütün yetkilere sahip olmasın diye. Yasaması, yargısı, yürütmesi ve çağdaş demokrasilerde medyası bu amaçla vardır zaten.

Şimdi, değerli arkadaşlar, devlet ile hükûmeti ayırabilirseniz, devlet ile hükûmeti ayrı yerlere koyarsanız ve dolayısıyla hükûmet, hukukun üstünlüğü içinde, akılla, mantıkla, deneyimle, tecrübeyle devleti yönetir. İlke, hukukun üstünlüğü; konu, adalet. Devlet adaletle yönetilecek. Dolayısıyla, devleti adaletle yönettiğiniz zaman zaten bir sorunumuz yok ki, ne sorunumuz olacak? Ha, denetleme; elbette ki denetlenecek, bütün kurumlar denetlenecek.

Denetlenmesi gereken kurumlardan birisi de devlette yerel yönetimlerdir, elbette denetlenecek. Bir belediye denetlendi diye biz karşı mı çıktık? Hayır, her belediye de yasaların öngördüğü kurumlar tarafından rahatlıkla denetlenebilir. Neden itiraz ettik bazı şeylere? "Denetimde adaletli davranmıyorsunuz." dedik. Bizim belediyelere -10 kişi, 20 kişi, 30 kişi- günün yirmi dört saati denetim elemanı gönderiyorsunuz, diğer belediyelere göndermiyorsunuz; buna itiraz ettik. Her belediye denetlensin, hiç itirazımız da olmadı. Kaldı ki yönetici pozisyonunda olan kişi hesap vermek zorunda olan kişidir. Yönetici pozisyonunda olan kişi "Ben hesap vermem" diyorsa o kişi o görevi yapamaz, o kişinin o görevden ayrılması lazım. Herkes -devletin bir birimindeyse- oturduğu yerin hesabını verecek, her kuruşun hesabını verecek. Bu konuda en ufak bir tereddüdümüz yoktur.

Şimdi, değerli arkadaşlar, daha önce havuz medyasında haberler çıktı Ataşehir’le ilgili olarak. Haberleri ben de okudum. Açtım telefonu Ataşehir Belediye Başkanına "Nedir bu olaylar?" dedim. "Efendim, bunlar gerçek değil." "Kardeşim, o zaman doğrudan doğruya gideceksin, kendin, ailen için cumhuriyet savcılığında suç duyurusunda bulunacaksın." Evet, gitti cumhuriyet savcılığında suç duyurusunda bulundu. "Buyurun, benim hesaplarımı inceleyin, ailemin mal varlığını inceleyin." Ne zaman? 13 Mayıs 2015’te. Siz nasıl beklediyseniz biz de bekledik "Nedir bu olaylar?" diye. Karar 3 Ağustos 2017’de çıktı, hiçbir şey yok. Kimin kararı? Savcının kararı, mahkemenin kararı "Bir şey yok." diyor. Güzel, demek ki bir şikâyet var, denetlenmiş ilgili birim tarafından. "Yakın, akraba, haksız mal edinme ve gizleme suçu yok." diyor, güzel. Karar? Karar kesinleşti.

Havuz medyasının "Buz Rezidans" olarak takdim ettiği… Orada da ihbar oldu. Güzel, Bakanlık müfettişlerini gönderdi. Gayet güzel, gönderir tabii, bir yerde iddia varsa Bakanlık da denetim elemanını gönderecektir, "Bunu inceleyin" diyecektir. İncelendi, "Soruşturma açılmasına gerek yoktur." diye 4/2/2013’te karar verildi. Kim veriyor? Devletin denetim elemanı. Olay nereye intikal ediyor? Bakanlığa intikal ediyor. Bakan da diyor "Soruşturmaya gerek yoktur" diye ama AK Parti’nin Ataşehir belediye üyeleri bu karara itiraz ediyorlar, Bakanın kararına itiraz ediyorlar. "Hayır, bu beraat edemez. Burada mutlaka incelenmesi lazım." Hakları var mı? Var tabii, kimse diyemez ki: "Niye itiraz ediyorsun arkadaş?" O da itiraz ediyor. E dosya nereye gidiyor? Danıştaya gidiyor. Danıştay "Soruşturmaya gerek yoktur" diyor.

 

Sonra, Erguvan Barış Parkı… Güzel, şikâyet gene gidiyor. Olur, şikâyet olur. İhbar gidiyor, gene olur tabii. Nereye gidiyor? İstanbul 2. Ağır Ceza Mahkemesine. Ne oluyor? Görüşülüyor. Ne çıkıyor? "Bir şey yok burada." deniyor, beraat ediyor.

Değerli arkadaşlarım, "Ruhsata aykırı yapı. Niye yıkmadın?" Kendisi belediye başkanı olmadan Ataşehir’deki gecekondular… Ya, şunu sormadan edemiyorum: Gecekonduyu gecekonducunun başına yıkmak için soruşturma açacaksın, 16/9 olunca da ağzına bant çekeceksin, elin kalem tutmayacak. Ya, burada insaf var mıdır, ahlak var mıdır burada? 16/9’u yıkamıyorsun, "Gecekonduyu neden gecekonducunun başına yıkmıyorsun?" diye, çok eskilerde olan gecekonduya diyorsun ki: "Soruşturma açacağım." E, açabilirsin. Ne oluyor? Mahkemeye gidiliyor. Ne oluyor? Beraat ediyor. Şimdi, siz kalkıyorsunuz, bununla ilgili, Belediye Başkanını açığa alıyorsunuz. İtiraz ettiğimiz budur. Bunları görmeseydim ben de sizler gibi "Ne oluyor?" diye derdim ama gördüm.

Bu mahkeme kararlarının tamamını İstanbul’da basın mensuplarına dağıttık, arzu eden her milletvekili arkadaşıma bu mahkeme kararlarını verebiliriz. Hiçbir tereddüdümüz yok. Açık ve net söylüyorum, açık ve net: Bir belediye başkanının ağzından eğer bir lokma haram lokma inerse o belediye başkanını yaşatmam arkadaşlar, yaşatmam! Biz tüyü bitmemiş yetimin hakkı için oradayız. Her gittiğim yerde de şunu söylüyorum: Bir: Her kuruşun hesabını vereceksiniz. İki: Her vatandaşa eşit davranacaksınız. Öyle "Bizim partili, ona torpil, buna bunu…" yapmayacağız. Bunu söylüyorum.

BENİM GÖSTERDİĞİM CESARETİ SİZ GÖSTEREBİLİR MİSİNİZ?

Sonra döndüler -benimle ilgili- kızım bir daire almış. Buradan söylüyorum, CHP milletvekillerine söylüyorum: Benim ailem, çocuklarım, torunum, damadım, hatta ve hatta dünürlerim, hepsi için araştırma önergesi verin ve hepsi araştırılsın, hepsi araştırılsın. Hiçbir tereddüdüm yok. Beş kuruş bulursanız, beş kuruş bulursanız, beş kuruş, gelip bu kürsüden özür dileyeceğim, beş kuruş bulursanız. Ama ben bu Ankara’daki beylere de seslenmek isterim. Benim gösterdiğim cesareti siz gösterebilir misiniz? Buyurun siz de gösterin!

Değerli arkadaşlarım, Allah kimseyi zalimin elinde emir kulu yapmasın. Zalimin elinde emir kulluğu yapanlar en çok döneklerdir, bunu da kimse unutmasın.

RIZA SARRAF DENEN BİR SAHTEKÂR GELDİ, RÜŞVETİ BAŞLATTI

Amerika’da bir dava görüşülüyor, Rıza Sarraf davası görüşülüyor. Türkiye ile İran arasındaki ticari ilişkiye hiç itirazımız yok. Türkiye İran’la her türlü ticari ilişkiyi yapabilir, hiçbir tereddüdümüz yok. Ayrıca Türkiye doğal gaz ve petrol konusunda İran’dan enerji ürünü almak zorundadır zaten hem sınır komşusu olması hem de yapılan anlaşmalar gereği.

Ambargo uygulandı mı? Evet, uygulandı. Ama Türkiye’ye dendi ki: "Siz satın aldığınız doğal gaz, petrolle ilgili paranın karşılığını yiyecek, gıda maddeleri, içecek, işte, giysi, neyse, ilaç; bunlarla yapabilirsiniz." Bu ne demektir? Bu, Türkiye’nin lehine demektir. Petrolü alacaksın, karşılığında yiyecek vereceksin. Portakal mı verirsin, bal mı verirsin, erik mi verirsin, efendim, başka yiyecekler mi verirsin; ne istiyorsan verebilirsin. İlaç, istediğin kadar verebilirsin, Türkiye’nin lehine. Ama bir olay oldu, Rıza Sarraf denen bir sahtekâr geldi, ben bu işin dümenini nasıl kurarım dedi ve rüşveti başlattı.

TÜRKİYE’DE İŞLENEN BİR OLAYIN KİRLİLİĞİ AMERİKA’DA TEMİZLENMEMELİ

Değerli arkadaşlarım, Rıza Sarraf’a o dönem en büyük itirazı ben yaptım, en büyük, sert eleştirileri ben yaptım. Rıza Sarraf’a ne dediysem koşa koşa gitti, mahkemelerde dava açtı. Hakkımda en çok dava açan kişilerden birisi de Rıza Sarraf’tır, bir sahtekârdır. Ben bu kürsüde de Rıza Sarraf’ı defalarca eleştirmiştim.

Rıza Sarraf denen şarlatan, rüşvetçi, dönemin 3 bakanını ve bir kamu bankasının genel müdürünü parayla satın almıştı, dönemin üç bakanını ve bir Genel Müdürünü parayla satın almıştı. 700 bin liralık saatler, ayakkabı kutuları, dinleme kayıtları, para sayma makinaları, çikolata kutuları; bunların hepsi gündemdeydi ve bu Parlamento bir soruşturma komisyonu kurdu ve üzülerek ifade edeyim: Bu soruşturma komisyonu dosyayı kapattı, savcı da kapattı, hâkim de kapattı. Amerika’da görüşülen davadan rahatsızım. Türkiye’de işlenen bir olayın kirliliği Amerika’da temizlenmemeli, burası temizlemeli, bizler temizlemeliyiz. Bizim aklımız yok mu? Bizim ahlakımız yok mu? Bizim adalet duygumuz yok mu? Ahlakımız varsa, adalet duygumuz varsa, tüyü bitmemiş yetimin hakkını koruyorsak Binali Yıldırım Bey’e açık ve net çağrı yapıyorum: Gel kardeşim, bu dosyayı yeniden açalım. Ayıptır günahtır ya, ayıptır günahtır.

BİR SAHTEKÂRIN ARKASINA TÜRK BAYRAĞI’NI KOYDULAR

Başka bir şey daha… Rıza Sarraf’ın dosyaları kapatıldı. Havuz medyasına çıkarıldı Rıza Sarraf. Arkasında, bu milletin namusu olan bayrağı fon olarak kullanıldı, bir sahtekârın arkasına Türk Bayrağı’nı koydular A Haber’de. Onu da eleştirdim, en sert şekilde eleştirdim; “Sizin boynunuza ne takacağımı ben çok iyi biliyorum” dedim. Onlar da hemen atladılar: "Siz bizi idam mı edeceksiniz?" “Yok kardeşim, ben sizi idam değil, rezil edeceğim” dedim. Onların patronlarına da geleceğim ben, patronları da rahat uyumayacak onların. Sen kalkacaksın, bir sahtekârın arkasına Türkiye Cumhuriyeti’nin bayrağını fon olarak kullanacaksın ve diyeceksin ki: "Ey Kılıçdaroğlu, sen hiç konuşma." Niye konuşmayayım? Bayrak sevgisi hepimizin ortak sevgisidir. Siyaseten farklı düşünebiliriz, bu gayet doğaldır ama bayrak hepimizin ortak değeridir, vatan hepimizin ortak değeridir. Bayrağı korumak benim görevim, sizin de görevinizdir.

Başka bir şey daha yaptılar: "Efendim, Rıza Sarraf’a şeref madalyası takmalıydık" diye bir de Tweet attılar. O sahtekâr kanala söylüyorum, A Haber’e söylüyorum: Şeref madalyası mı takacaksın, yoksa ben senin boynuna ihanet madalyası mı takacağım!

BİR SAHTEKÂRIN ÖNÜNE BİR BAKAN YATIYOR, BU BENİM İÇİME SİNMİYOR

Şimdi, savcılar bir de casus ve hain ilan ettiler Rıza Sarraf’ı. Casus ilan edilecek tabii haklılar. Daha önce söylemiştim, bu üç bakanı ve bir bankanın genel müdürünü parayla satın almış zaten, devletin bütün sırlarını zaten veriyor. Millî İstihbarat Teşkilatı dönemin başbakanının önüne üç sayfalık bilgi notu koydu, üç sayfalık. Rıza Sarraf’ı da anlattı, İran’ı da anlattı, Muammer Güler’i de anlattı, Zafer Çağlayan’ı da anlattı. Şimdi tartışma "Efendim, bu rapor mudur, değil midir?" MİT açıklama yapmış "Rapor vermedik" diye. Ben de biliyorum rapor değil, bu bir bilgilendirme notudur, dönemin başbakanını bilgilendirme notudur. "Bunlar ortaya çıkarsa partiniz zor durumda kalır" diye, açıklama, not konulmuştur. Eğer MİT "Ben bu notu koymadım" diyorsa Millî İstihbarat Teşkilatı önüne kocaman bir anahtar vuralım ve Millî İstihbarat Teşkilatı bu görevi bıraksın artık. Devletin en hassas sırlarını siz kalkacaksınız Rıza Sarraf’a satacaksınız. Buna asla ve asla izin vermeyiz.

SORU ŞU: BU ŞARLATANA, BU RÜŞVETÇİYE DEVLETİN SIRLARINI KİM VERDİ?

Bakın, casusluğun örneğine, 11 Ekim 2013’te telefon ediyor, kim? Rıza Sarraf diyor ki: "Ya beni MİT takip ediyor, polisler takip ediyor, bana haberler geliyor. Nedir bu olay?" Muammer Güler: "Sen meraklanma, ben bir araştırayım." diyor. Araştırıyor, sonra verdiği cevap şu: "Abiciğim, sen o konuda rahat ol, vallahi böyle bir şey varsa senin önüne ben yatarım yahu." Bir sahtekârın önüne bir bakan yatıyor, bu benim içime sinmiyor. "Senin İçişleri Bakanlığında bir şeyin yok -polis ve istihbarat buna bağlı- MİT’te bir şeyin yok, Maliyede bir şeyin yok. Bir şey olursa ben senin önüne yatarım." diyor. Biz bunu sorguladık mı? Hayır. Ne yaptık? Beraat ettirdik. Şimdi nerede görüşülüyor bu dava? Amerika’da. Ya bizde adalet duygusu yok mu? Tüyü bitmemiş yetimin hakkını kim koruyacak? Ben bunu söylediğim zaman kıyamet kopuyor: "Vay efendim, niye konuşuyorsun?" Ya ben soğuktan donan Ayaz bebeğin, o küçücük çocuğun hakkını savunmayacak mıyım? Açlıktan ölen Kübra bebeğin hakkını ben savunmayacak mıyım? Sırtında çocuğunu 16 kilometre taşıyan küçük Muharrem’in hakkını ben savunmayacak mıyım? Kimin hakkını savunacağım?

Soru şu: Bu şarlatana, bu rüşvetçiye devletin sırlarını kim verdi? Sayın Binali Yıldırım’a soramıyorum çünkü MİT’i ondan aldılar, MİT’i yukarıya bağladılar. Ve soruyorum: Bu şarlatana devletin bütün sırlarını kim verdi? "Efendim, savcı inceliyor..." Yemezler onu. MİT’in harekete geçmesi lazım. Bu devletin sırlarını götürüp ona peşkeş çekenler kimlerdir? Sadece bu mu? Hayır. Kozmik odayı, devletin harimi ismeti kozmik odayı terör örgütüne açtılar ya, terör örgütü geldi, devletin bütün sırlarını aldı, hepsini götürdüler Amerika’ya. Peki, ya bu kozmik odayı açanlar hesap verdi mi? Devletin bütün sırlarını, benim, Başbakanın, hatta Cumhurbaşkanının dahi bilmediği devletin bütün sırlarını götürüp FETÖ terör örgütüne teslim ettiniz, hesabını veren oldu mu? Hesabını veren olmadı. Kim hesabını verecek, kim hesap soracak? Bu koltuklarda oturanların hesap sorması lazım. Eğer vicdan varsa hepimizde, bu vicdanın artık ayağa kalkması lazım, "Yeter!" dememiz lazım.

DÜNYADA RÜŞVETE FAİZ ÖDEYEN TEK ÜLKE BİZİZ!

Evet, dediğim gibi farklı görüşlerde olabiliriz. Nasıl bayrak bizim ortak görüşümüzse, değerimizse rüşvete, yolsuzluğa karşı çıkmak da ortak hedefimiz olmalı, hep beraber mücadele etmeliyiz, ahlaki temelli olmalı bunlar.

Çağrı yaptım Sayın Binali Yıldırım’a: "Efendim, bu dosyayı yeniden açalım." dedim. Neden biliyor musunuz? İran diyor ki: "Bizim 8,5 milyar dolarımız kayıp." 8,5 milyar dolar, öyle 40-50 milyon avro değil; 8,5 milyar dolar. İran’la iş birliği yapmalıyız -orada görüşüldü ve temizlediler- biz oturup bu pisliği temizlemeliyiz. Halkbank’ın Amerika’daki avukatı bile genel müdürlerinin rüşvet aldığını söyledi yani itiraf... Artık, bir avukat bile diyor ki: "Evet, dönemin genel müdürü rüşvet aldı."

Değerli arkadaşlarım, bir ayıptan Türkiye’yi temizlemeliyiz. Dünyada rüşvete faiz ödeyen tek ülke biziz; rüşvete faiz ödeyen, rüşvetini iade edip üstüne de faizi veren tek ülke biziz. Bundan, Türkiye’nin bu ayıptan kurtulması lazım. O ayakkabı kutusunu verdik, üstüne bir de faiz verdik. E, bir de şeref madalyası taksaydınız! Öyle ya, dünyada örneği yok. Dünyada rüşvet dolayısıyla… Hem rüşveti alacak hem aklanacak hem de faizini alacak; vallahi böyle bir adama şeref madalyası takmak lazım. Kim takar bilmiyorum? A Haber’e söyleyelim, Sabah gazetesine söyleyelim, havuz medyasına söyleyelim: "Buyurun beyler, gidin onlara da bir şeref madalyası takın. Nasıl olsa genel müdür burada, takın ona şeref madalyası." Ve öyle ağırıma gidiyor ki değerli arkadaşlarım, bu "sahtekâr" denen genel müdürü bir de aldık, Zer-Bankın Yönetim Kuruluna tayin ettik yani Ziraat Bankasının Yönetim Kuruluna tayin ettik. Akıl yani akıl alacak şey yok, aklımızı mı yedik bilmiyorum!

SÜRECEK....


Kaynak: chp.org.tr

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.